1 Dilbilgisi Nedir?
1.1 Hangi dilbilgisi?
Bilindiği gibi, eski Hint ve eski Yunan’daki çalışmalardan başlayarak, çağlar boyunca dil çalışmalarının temel amacı dili korumak, yani dilin bozulmasını önleyerek gelecek kuşaklara aktarmak olmuştur. Bu nedenle dili en iyi kullandığına inanılan kişilerin, büyük çoğunlukla önemli düşünür ve edebiyatçıların dili temel alınmış ve dilin korunması istenen kuralları bu doğrultuda belirlenmiştir. Bu anlayışa göre, eğitimsiz kişiler dili eğitimli olanlar kadar iyi kullanamaz ve bu nedenle onların dilsel özelliklerinin ilgili dilin dilbilgisi kurallarının belirlenmesinde hiçbir önemi yoktur. Bu tür bir dilbilgisi anlayışına sahip dilbilgisine kuralcı dilbilgisi (prescriptive grammar) adı verilmektedir. Bu anlayış ortaçağdan başlayarak yerini betimsel dilbilgisine (descriptive grammar) bırakmıştır. Kuralcı dilbilgisinin tersine, betimsel dilbilgisinin temel amacı dil kullanımı için koruyucu kurallar koymak değil, ister eğitimli ister eğitimsiz olsun, anadili konuşucularının dili nasıl kullandıklarını betimlemek, diğer bir deyişle, toplumda konuşulan dilin nesnel bir resmini çekmektir. Açıkça belirtmek gerekirse, ne yazık ki bugün de bütünüyle ortadan kalkmış görünmeyen kuralcı dilbilgisi anlayışının bilimsel yaklaşımla bir ilgisi yoktur. Dilbilim, dili kullanan bireyin kim olduğuyla ilgilenmez, tersine dilin özelliklerini önemser ve dil olgusunun bütün yönleriyle açıklanmasına çalışır. Dilbilimciler dillerin ölmesini istemez ve bunu engellemeye çalışırlar ama bu bir dilin kuşaklar boyunca değişmeden aynı kalması için uğraşmak demek değildir. Tersine, dilin toplumsal dinamiklerden etkilenmesi, diğer dillerle etkileşime girmesi vb. gibi nedenlerle canlı bir varlık gibi değişmesi normaldir. Dilbilimin kısaca aktarmaya çalıştığımız bu yaklaşımı nedeniyle herhangi bir dil çalışmasının olmazsa olmaz ilk aşamalarından biri dilin betimlenmesidir. Bu nedenle betimsel dilbilgileri, dilbilimin en sonda ulaşmayı hedeflediği asıl amaç olan ‘açıklama’ aşaması için çok önemlidir.
İnsanların zihinsel yapıları ırk, cinsiyet gibi etkenlerden bağımsızdır. Bu, benzer zihin yapılarına sahip insanların benzer zihinsel ürünler ortaya çıkaracağı anlamına gelir. Bu ürünlerden biri olan dilin de, dünyadaki toplumlarda ortak özellikler içermesi gerekir o halde. Bu böyledir de. Diğer bir deyişle, görünürde ne kadar farklı olsalar da, dünyadaki diller bir ‘aynılık’ içermektedir. Bir dil ile söylenebilen bir şeyin başka bir dilde anlatılamaması olası değildir. Dillerin sahip olduğu bu aynılık, diller arasında evrensel kimi özelliklerin paylaşıldığını göstermektedir. Bu da bizi bir evrensel dilbilgisi’nin (ED) (universal grammar) bulunduğu sonucuna götürmektedir. O halde, dilbilimin başlıca görevi, bu evrensel dilbilgisinin özelliklerini saptamak ve bu yolla dilin insan zihninde nasıl biçimlendiğini araştırmak olmalıdır.
Bununla birlikte, dillerin görünürdeki kesin farklılıkları her dilin kendine özgü bir dilbilgisi olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu farklılıklar çok çeşitli ve özellikle kimi diller arasında fazlasıyla belirgindir. Örneğin İngilizcenin sözcük dizilişi ile Türkçeninki birbiriyle aynı değildir. Bununla birlikte, bu iki dilde de, örneğin, özne gibi dilbilgisel ulamlar vardır. Bu durumda, bu iki dil sahip oldukları farklı özellikler açısından birbirinden ayrılmaktadır, çünkü bu dillerin özel dilbilgileri birbirinden farklıdır. Ancak, her iki dil de ED’nin bir görünümü olduklarından benzer özellikler içermektedirler.
İnsanlar dili herhangi bir eğitim almadan öğrenirler; daha doğrusu ‘edinirler’. Dilin edinimindeki hıza bakıldığında, bu kadar karmaşık bir sistemin bu hızda edinilebiliyor oluşu, doğuştan getirdiğimiz bir yetenek ile açıklanabilir ancak. Bu da, insanların dillerine ilişkin bilgilerinin sezgisel olduğunu, dolayısıyla bir sezgisel dilbilgisi ile doğduğunu kanıtlamaktadır. Bu yeteneğimiz aracılığıyla anadilimizi oldukça hızlı bir biçimde edinebilmekteyiz. Günlük dil kullanımımızı düşünürsek, dil hakkındaki bilgilerimizin iyice içselleştirilmiş olduğunu ve hiçbir güçlük çekmeden dili kullanabildiğimizi fark ederiz. Bu da, yine, dile ait bilgimizin sezgisel nitelikli olmasının bir sonucudur.
Aşağıdaki dilsel yapılarda ne gibi benzerlik ve farklılıklar bulunduğunu belirleyiniz. Bunların evrensel ve özel dilbilgisi ile ilgisi nedir?
(i) a. Ali bugün derse gelemedi. a’. Ali couldn’t attend the class today. b. kırmızı kitap b’. le livre rouge c. Okan’ın hasta olduğunu duydum. c’. I’ve heard that Okan is sick.
Bu örnekler arasındaki farklılığı belirlemenizde sezgisel dilbilgisinin rolü ne olabilir?
1.2 Dilin iki yönü: d-dil ve i-dil (edim ve edinç)
Eski dil çalışmaları daha çok dilin korunması gibi nedenlere dayanırken, çağdaş dil çalışmaları dili insan zihninin bir ürünü olarak görür ve dili zihnin nasıl çalıştığını anlamanın bir aşaması olarak açıklamaya çalışır. Bu anlamda, dil, önceki çalışmalarda genellikle kabul edildiği gibi toplumsal bir olgu olmaktan çok, bireye ait, ruhsal bir olgu olarak ele alınmaktadır. Yani, dilin iki yönü vardır. Biri, dili ürettiğimiz zaman gördüğümüz, yani dilsel üretimimizin bir sonucu olan d(ışsal)-dil (e(xternal)-language), diğeri ise insan türüne özgü bir yetenek olarak, dile ilişkin sezgisel bilgilerimizi içeren i(çsel)-dil’dir (i(nternal)-language). D-dil aynı zamanda dilin toplumsal yönünü, i-dil ise ruhsal yönünü içermektedir.
Bu kavramlarla yakından ilişkili diğer bir kavram çifti de edim (competence) ve edinç (performance) kavramlarıdır. Edinç, i-dile benzer biçimde, insanın dilsel yeteneği, dil üretme kapasitesidir. Edim ise, d-dil kavramıyla da ilişkili olacak biçimde, bu yeteneğin dışavurumu, herhangi bir dilsel üretimde bulunduğumuz zaman yaptığımız şeydir. Anadili konuşucuları kendi dillerine ait bir edince sahiptir ve bu nedenle eğitim düzeyi ya da toplumdaki yeri ne olursa olsun, her anadili konuşucusu dilini mükemmel bir biçimde bilir ve kullanır. Diğer bir deyişle, her anadili konuşucusu, dili kullanmasına ilişkin bir sağlık sorunu olmadığı sürece, bir ideal konuşurdur (ideal speaker). Bununla birlikte, dilin her gerçek kullanımı, yani gerçek bir bağlamda sözcüklerle somutlaşan dilsel bir ürün ortaya koymak (yani konuşmak ve yazmak) dilsel bir edimdir. Bu nedenle, edinç düzleminde anadilimize ait dilbilgisine mükemmel bir biçimde sahip olsak da, edincimizi gerçekleştirirken, yani edim düzleminde, yorgunluk, dikkat dağınıklığı vb. gibi kimi dil-dışı nedenlerle hatalar yapabiliriz. Bu, kuşkusuz, anadilimizi bilmediğimiz anlamına gelmez ve edinç ve edim arasında bir ayrım yapmamız gerektiğini kanıtlar. Dilbilimin ve dilbilgisi çalışmasının temel amacı ise edinci açıklamaktır.
Aşağıdaki dilsel yapılardan hangileri size daha ‘düzgün’ geliyor?
(i) a. Ali’nin arkadaşının kardeşi bize geldi. g. babasının küçük oğlu b. Arkadaşının Ali’nin kardeşi bize geldi. h. küçük babasının oğlu c. Ali’nin arkadaşının bize geldi kardeşi. d. Ödevimi ben kendim yaptım. e. Ödevimi kendim ben yaptım.
Aşağıdaki dilsel yapıların anlamlarını belirleyiniz.
(ii) a. tahta kapı tokmakları c. Ali Ayşe’ye kendini anlattı. b. Ben seni onun kadar sevmiyorum.
1.3 Dilin üretici yönü ve döngüsellik
Dilin en önemli özelliklerinden biri, dilbilgisel kuralların yeniden uygulanabilmesi, yani döngüsel (recursive) olmasıdır. Bu bir yandan dile matematiksel bir nitelik katarken, diğer yandan da dilin üretici (generative) yönünü oluşturur. Bu, insan dilini hayvan dillerinden ayıran biricik özelliktir. Örneğin, dilbilgisinde bir adın kaç tane sıfatla nitelenebileceği konusunda bir kısıtlılık yoktur. Yani, dilbilgisinde bir sıfatı bir ada ekleme işini potansiyel olarak döngüsel bir biçimde ve sayısız kez yineleyebilirsiniz. Bu konuda ancak edimsel sınırlılıklar olabilir. Yani, edincimiz bu türden işlemlere izin verse de bilişsel işlemleme kapasitemiz, kısa ve uzun süreli bellek vb. gibi dil yapısının dışındaki etkenler dil kullanımımızı bu doğrultuda sınırlar.
(1) Çok güzel bir araba ➤ Çok çok çok … güzel bir araba
(2) Hızlı tren ➤ Hızlı büyük tren ➤ Hızlı büyük geniş tren ➤ Hızlı büyük geniş güzel tren ➤ Hızlı büyük geniş güzel pahalı tren ➤ Geçen gün bindiğim hızlı büyük geniş güzel pahalı tren
Dildeki döngüsel işlemlerden en belirgin ve önemlilerinden biri de tümceleri iç içe ekleyebilme olasılığıdır. Bu sayede düşüncelerimizi birbiriyle ilişkilendirerek oldukça uzun tümceler üretebiliriz (tabii yine, potansiyel olarak üretilebilecek tümcenin uzunluğu konusunda dilbilgisel bir sınırlama yoktur).
(3) Zavallı adamın ayakkabısı eskimiş. ➤ Zavallı adamın ayakkabısının eskidiğini gördüm. ➤ Zavallı adamın herkesten saklamaya çalıştığı ayakkabısının eskidiğini gördüğümü anımsıyorum.
Dilde üretilebilecek tümcelerin gerek bu tümcelerin sayısı, gerekse her bir tümcenin uzunluğu açısından bir sınırı olmasa da, bu tümceleri üreten kuralların sayısı sınırlı olmalıdır. Zaten öyle olmasaydı ne dilde bir düzenlilikten söz edebilirdik, ne de dil ediniminin nasıl olup da böylesine hızlı bir biçimde gerçekleştiğini açıklayabilirdik.
Öyleyse dilbilgisi, sınırlı sayıda kuralla sınırsız sayıda tümce üreten bir dizge olarak görülmelidir. Dilbilimcinin görevi de, bu kuralları saptamak ve açıklamaktır.
1.4 Dil verisinin değerlendirilmesi: kabuledilebilirlik ve dilbilgisellik
Dilbilgisi incelemeleri, doğal konuşucuların üretilen dil malzemesine ilişkin yargılarını temel almak zorundadır. Bir araştırıcı, bir dil yapısının doğruluğunu, ancak o dili anadili olarak konuşan insanların bu yapıyla ilgili yargılarına başvurarak saptayabilir. İşte bu noktada, dil çalışmasının önemli sorunlarından biri ortaya çıkar. Dilbilgisinin edimi değil edinci araştırması gerektiğini belirtmiştik. Ancak, bu noktada edim ve edinç kesişmektedir. Bir anadili konuşucusuna doğruluğunu yargılamak üzere bir dilsel yapıyı verdiğinizde dilsel edincini kullanacak, ancak yine de bu yargılamayı edim düzleminde yapacaktır. Öyleyse, böyle bir araştırmanın sonucu nasıl olup da edinci yansıtacaktır? Bundan emin olabilmemiz için, araştırmanın farklı konuşucuların dil sezgisini test edecek biçimde yapılması gerekir. Doğal olarak, her bilimsel araştırmada olduğu gibi, dilbilgisi çalışmasında da yanılgı payı bulunmaktadır. Ancak, burada önemli olan, söz ettiğimiz sorunun edinç araştırmasını olanaksızlaştıran bir yönünün kesinlikle olmadığıdır. Yanılgı payı olsa bile, her anadili konuşucusu, tanım gereği, aynı zamanda bir ideal konuşucu olarak kabul edildiğinden, kuramsal anlamda edinç çalışması olasıdır.
Bir anadili konuşucusundan bir tümcenin doğruluğunu yargılamasını istediğinizde yaptığınız şey, tümcenin kabuledilebilir (acceptable) olup olmadığını sorgulamaktır. Eğer konuşucu bu tümceyi tam anlamıyla doğal buluyorsa, ilgili tümce kabuledilebilir bir tümcedir. Ancak, kabuledilebilirlik dilbilgisi incelemesi için her zaman yeterli veri sunmayabilir. Örneğin, Chomsky’nin aşağıdaki ünlü tümcesini alalım:
(4) Colorless green ideas sleep furiously. ‘Yeşil, renksiz düşünceler kızgın bir şeklide uyuyor.’
Bu tümce, soyut nitelikli düşüncelerin bir renge sahip olmak ve uyumak gibi somut özelliklerle ilişkilendirilmesi, renksiz bir şeyin yeşil olması ve uyumanın, nasıl oluyorsa, kızgın bir şeklide yapılıyor olması nedenleriyle, yani tüm bunların anlamsal olarak normal dil bağlamlarımız için garip ve yorumlanamayacak olmasından dolayı kabuledilemez bir tümcedir. Ancak, tümce yine de dilbilgiseldir (grammatical); yani, sözcüklerin dizilişi, özne-eylem uyumu vb. gibi bir tümcede dilbilgisel olarak bulunması gereken her şeye sahip olduğundan, bu tümcede dilbilgisellik ile ilgili bir sorun yoktur. Dilbilim çalışmalarında dilbilgisellik (grammaticality) ve kabuledilebilirlik (acceptability) arasında böyle bir ayrım yapılması gerektiği görüşü genel olarak benimsenmektedir.
Bununla birlikte, kimi zaman dilbilgiselliğin belirlenmesi pek de kolay olmayabilir. Bunun nedeni, dilsel yapıların bu açıdan bir derecelenme içermesidir. Yapı açısından daha basit, daha sık kullanılan ve dolayısıyla daha tanıdk bağlamlara ait olan tümceler konuşucular tarafından daha dilbilgisel olarak değerlendirilirken, tersi durumdaki tümcelerin dilbilgiselliği konuşucudan konuşucuya değişebilmektedir. Dilbilgisellik derecelenmesinin iki ucunda dilbilgisel ve bozuk tümceler vardır. Ancak, bu ikisinin arasında kalanlar için daha titiz sorgulamalar yapmak gerekir. Bir anadili konuşucusu, kendisine sunulan bir tümceyi belirli bir bağlamda bozuk bulsa da bu tümce uygun bir bağlam içinde yeniden verildiğinde tümceyi dilbilgisel olarak değerlendirebilmektedir. Her tümce her bağlamda dilbilgisel olmayabilir; yani bir tümcenin dilbilgiselliği belirli bağlamlara bağlı olabilir. Bu nedenle, dilbilgiselliğin saptanmasında ilgili yapının bulunabileceği tüm bağlamlar dikkate alınmalıdır. Eğer bu yapı tüm bu olası bağlamlarda bozuk olarak değerlendiriliyorsa, ancak o zaman bu tümcenin bozuk olduğuna karar verilmelidir. Aksi durumda, tümce dilbilgiseldir.
Kimi zaman da, anadili konuşucuları bir tümcenin düzgün ya da bozuk olduğu doğrultusunda kesin bir yorumda bulunamayabilmektedir. Bu nedenle, dilbilgiselliğin siyah ve beyaz kadar açık ve kesin bir değerlendirme konusu olmadığı, pek çok gri noktayı da içerdiği kabul edilmelidir. Bu doğrultuda, dilbilgisi çalışmalarında konuşucuların dilbilgisellik değerlendirmelerini yansıtmak için genellikle aşağıda görülen imler kullanılır:
(5)
- düzgün
- ? daha az düzgün
- ?? daha az bozuk
-
- bozuk
Düzgün, yani dilbilgisel kabul edilen tümceler herhangi bir imle belirlenmezken, ? ve ?? imleri tümcenin bozuk olmadığını ama mükemmel de olmadığını, * imiyse dilbilgisel olmadığını, yani bozuk olduğunu göstermektedir. ? ve ?? değerlendirmeleri konusunda dikkat edilmesi gereken nokta, ilkini taşıyan bir tümcenin/yapının diğerine göre daha dilbilgisel olduğudur. Dilbilimciler kimi zaman bu ikisi arasındaki farkı anlamlı bulabilmekte, bunları içeren yapıları birbiriyle karşılaştırarak buradan dilbilgisine ilişkin sonuçlar çıkarabilmektedir. Ayrıca, kimi çalışmalarda ilgili yapının çok iyi olmadığını ama bütünüyle bozuk da sayılamayacağını göstermek amacıyla aşağıdaki gibi imlemeler de kullanılabilmektedir:
(6) *?
?/??
??/*
Bunlara ek olarak, (4)‘te görülen imlerden de söz etmek gerekir. Bunlardan ilki (%), ilgili yapının yalnızca belirli bir konuşucu grubu tarafından, örneğin belirli bir ağızı konuşanlarca düzgün bulunduğunu, diğeri ise (#) yapının dilbilgisel olsa da ilgili bağlamda kabuledilemez olduğunu, yani kullanımsal olarak uygun olmadığını göstermektedir:
(7) %
Dilbilgisellik edinç ile ilgili olduğundan, dilbilgisini oluşturan sözdizim, biçimbilim, sesbilim ve anlambilim düzlemlerinin hepsi ile aynı anda ilgilidir. Yani, bir yapının bu düzlemlerle ilişkili özelliklerinin tümü dilbilgisellik sınamasında önemli rol oynar.
Aşağıdaki tümcelerin dilbigiselliğini değerlendirerek uygun şekilde imleyiniz.
(i) a. Adam kapıyı baktı. b. Ali’nin gören çocuk oldukça küçüktü. c. Raflardaki ürünleri ellemeyiniz. d. Birbirlerini adamlar gördü. e. Karısını adam evden atmış. f. Kitabını arkadaşına vermiş Meltem. g. Mektubu yolladığını senin duydum. h. Ben seni evdesin sanıyordum. i. Elmalar yere düştüler. j. Birbirlerini öğretmene çocuklar şikayet etmiş.
1.5 Dil verisini toplama ve çözümleme yolları
Dilin bir yandan topluma bir yandan da bireye ait bir olgu olması, yani yukarıda sözünü ettiğimiz d-dil ve i-dil kavramlarıyla ilişkili nitelikleri, dil incelemesini karmaşık bir uğraş haline getirmektedir. Dilbilgisi çalışmalarının temel sorunu da bununla ilgilidir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, bir dilsel yapının dilbilgiselliği bireyden bireye değişebilmekte ve hatta aynı birey farklı zamanlarda aynı yapıyı farklı biçimlerde değerlendirebilmektedir. Diğer yandan, bir yapı anadili konuşucularının geneli tarafından dilbilgisel bulunsa da bazı konuşucular tarafından bozuk olarak değerlendirebilmekte, ya da, tersine, genel olarak bozuk bulunan bir yapı kimi konuşucular için düzgün olabilmektedir. Bu görünüm aslında sürpriz değildir ve dilin bilişsel ve ruhsal bir olgu olmasıyla ilgilidir. Ancak, bu durum dilin incelenmesini zorlaştırmakta, dilbilgisi çalışmaları için üstesinden gelinmesi gereken bir sorun ortaya çıkarmaktadır.
Dilbilimcilerin bu çerçevede bulduğu yöntemlerden biri bütünce (corpus) oluşturmak, yani sözlü ve/veya yazılı metinleri toplayarak büyük bir veri tabanı oluşturmaktır. Böylece, bir dilsel yapının anadili konuşucuları tarafından nasıl kullanıldığı doğal dil malzemesi içinde gözlenebilmektedir. Doğal olarak, bütünce ne kadar büyükse dil hakkında o kadar çok bilgi toplamaya izin verir. Bunu farklı bir şeklide dile getirecek olursak, bu yöntemle yapılacak dil incelemesi bütüncenin büyüklüğüyle sınırlıdır. Bu, aynı zamanda, bütünce kullanımının dezavantajlı noktalarından da biridir. Eğer aradığınız yapı bütünceniz içinde yoksa, doğal olarak bu yapıyı göremeyecek ve inceleyemeyeceksiniz demektir. Bu yöntemin diğer bir olumsuzluğu da, bütünce içindeki yapıların anadili konuşucuları tarafından düzgün mü, bozuk mu ya da bu ikisi arasında bir yerde mi değerlendirildiği konusunda hiçbir bilginin bulunmamasıdır. Yukarıda değindiğimiz gibi, anadili konuşucularının doğal dil kullanımları bozuk olanlar da dahil olmak üzere farklı dilbilgisellik derecelerindeki yapıları da barındırdığından, bütüncemiz içinde hangi yapıların düzgün hangilerinin bozuk olduğunu anlamanın bir yolu yoktur.
Dili incelemenin diğer bir yolu da, anadili konuşucularının belirli dilsel yapılar hakkındaki sezgilerini açığa çıkaracak deneyler yapmaktır. Çağdaş dilbilim araştırmalarında uzun süredir kullanılan ancak giderek daha fazla popülerleşen bu yöntem, temel olarak, dilin nasıl edinildiği, üretildiği ve yorumlandığına ilişkin ruhdilbilimsel deneyler yaparak insanların dil sezgisini açığa çıkarmayı hedeflemektedir. Bu yöntemin temel avantajlarından biri, dil sezgisini laboratuvar ortamında ve teknik araç-gereçlerin yardımıyla daha hassas ve nesnel bir biçimde inceleme olanağı vermesidir. Bunun yanında, bu yolla incelenebilecek dil verisinin belirli sınırlamalar içermesi ve daha önemlisi de deneklerin dilsel davranışının yeteri kadar kontrol edilemiyor olması bu yöntemle elde edilecek veri ve sonuçların tümüyle güvenilir olmasını engellemektedir.
Dil çalışmalarında en eski dönemlerden beri kullanılan klasik yöntemse, dil verisinin araştırıcının doğrudan ya da dolaylı gözlemleriyle elde edilmesi ve çözümlenmesine dayanır. Kimi zaman biraz da alaycı bir biçimde masa başı dilbilimi diye nitelendirilen bu yöntem yine de bugün için de en etkili çalışma yöntemlerinden biridir. Öncelikle, veri toplamaya ilişkin olarak diğer yöntemlerde gördüğümüz kısıtlılıklar bu yöntemde yoktur çünkü bu yöntemde araştırıcı istediği türde bir veri seti oluşturabilir ve deneklerine sunacağı dil verisini büyük oranda kontrol edebilir. Ayrıca, veri toplamak oldukça pratik olduğundan gerektiğinde araştırmaya rahatlıkla yeni veriler dahil edilebilir ve edlde edilen sonuçlar bu çerçevede gözden geçirilebilir ya da geliştirilebilir. Ancak, bu yöntemin en zayıf noktası araştırıcının bireysel bakış açısı ve yargılarından etkilenmeye fazlasıyla açık olması, dolayısıyla da nesnel araştırma koşullarının sağlanmasının güçlüğüdür.
Görüldüğü gibi, dilbilimsel verinin toplanması konusunda kimi zorluklar olsa da dilbilimciler dilsel araştırma yapmanın çeşitli yollarını geliştirmiştir. Her birinin avantajlı ve dezavantajlı yönleri olsa da, dilbilim çalışmalarında bu yöntemlerin kullanılmasıyla dilin doğası hakkında bugün hiç de azımsanmayacak bilgilere ulaşılabilmiş olması, yöntemsel zorluklara karşın dilbilimsel araştırmaların doğru bir yönde ilerlediğini göstermektedir.
1.6 Dilbilgisinin yetkinlik düzlemleri
Bir dilbilgisi oluşturduğumuzda, doğal dilin bir modelini oluşturmuş oluruz. Yani, açıklamaya çalıştığımız dilde gerçekte olmasa da, belirlediğimiz dilbilgisel kurallar ve ilkelerle bu dile benzer bir şeklide çalışan bir sistem oluşturmaya çalışır, böylece bu doğal dilin çalışma ilkelerini açıklamayı hedefleriz. Bunu yapabilmek için bu dil hakkında yeterli ve doğru gözlemler yapmamız, bu gözlemlerden yola çıkarak genellemelerde bulunmamız ve son olarak da bu genellemeler doğrultusunda dildeki yapıların neden öyle olduğunu açıklamamız gerekir. Bu doğrultuda, Chomsky, bir dilbilgisinin aşamalı olarak çeşitli yeterliliklere sahip olması gerektiğini belirtmiştir. Dilbilgisinin yetkinlik düzlemleri (adequacy levels) denilen bu yeterlilikler aşağıdaki gibidir.
-
Gözlemsel yetkinlik (observational adequacy): Dilbilgisinin (yani dilbilgisi modelimizin) ürettiği yapılar incelenen dilin verisinde bulunan yapıları tümüyle kapsıyorsa, diğer bir deyişle bu dilbilgisi doğal dil verisindeki tüm yapıları öngörebiliyorsa, bu dilbilgisi modeli gözlemsel yetkinliğe sahip demektir. Yani, gözlemsel yetkinlik, bir dilbilgisine ait olan, doğal konuşucuların üzerinde anlaşacağı dil yapılarını doğru olarak üretebilmelidir. Örneğin, aşağıda görülen varsayımsal Dil A’yı açıklamayı hedefleyen dilbilgisi modellerinden biri olan Dilbilgisi I, yanlış bir biçimde tüm XY dizilişlerini üretmekte, bu nedenle Dil A’da yasaklanmasına karşın X ve Y’nin yan yana gelmesine izin vermektedir. Buna karşın, aynı dili açıklamayı hedefleyen diğer bir model olan Dilbilgisi II, Dil A’nın bu özelliğine tümüyle uygun yapılar üretmektedir. Bu nedenle Dilbilgisi I değil ama Dilbilgisi II Dil A açısından gözlemsel olarak yetkin bir dilbilgisi modelidir.
(8) Dil A Sözlükçe: X, a, Y Dizim: XaY, YaX *XYa, *aXY, *YXa, *aYX Dilbilgisi I Dilbilgisi II XaY, YaX XaY, YaX XYa, aXY, YΧα, αΥΧ *XYa, *aXY, *ΥΧα, *aYX ↑ ↑ gözlemsel yetkinlik yok gözlemsel olarak yetkin -
Betimsel yetkinlik (descriptive adequacy): Dilbilgisi modeli gözlemsel yetkinliğin ötesine geçer ve doğal konuşucuların dil sezgisini (edincini) betimleyebilirse, bu dilbilgisi modeli betimlemeli yetkinliğe sahip demektir. Gözlemsel yetkinlikle arasındaki fark, bu yetkinlik düzleminde yalnızca dilde var olan dizilişlerin doğru olarak üretilmesi değil, aynı zamanda doğal konuşucuların bu dizilişlerin üretilmesine neden olan dil sezgilerinin de yapısal olarak betimlenmesi zorunluluğudur. Yukarıdaki örnekte Dilbilgisi I ve Dilbilgisi II’nin Dil A’nın tümce dizilişlerini üretme yeteneklerini göstermiştik. Şimdi, her iki modelin de bu dizilişleri üretmek için hangi kuralları işlettiğine bakalım:
(9) Dilbilgisi I Dilbilgisi II XaY, YaX XaY, YaX XYa, aXY, YΧα, αΥΧ *XYa, *aXY, *ΥΧα, *aYX ↑ ↑ 1. Χ,Υ = α 1. Χ,Υ = α 2. -{X, Y} = β 2. -{X, Y} = β 3. αβα 3. αβα ααβ *α αDilbilgisi II, doğru olarak Dil A’da X ve Y’nin hiçbir durumda yan yana gelemeyeceğini kuralla betimleyebilirken, Dilbilgisi I’in belirlediği kurallar bu birimlerin dizilişlerini doğru bir biçimde yansıtmamaktadır. Dolayısıyla, Dilbilgisi II Dil A konuşucularının sezgisel bilgilerini doğru bir biçimde betimlemekte, ancak Dilbilgisi I bunu yapamamaktadır.
Burada önemli noktalardan biri, gözlemsel yetkinliğin, yetkinlik türleri arasında ilk sırada yerine getirilmesi gereken yetkinlik türü olduğudur. Yani, gözlemsel yetkinliğe sahip olmayan bir dilbilgisi modeli daha üst aşamalardaki yetkinliklere de sahip olamaz. Örneğin, yukarıda gördüğümüz gibi gözlemsel olarak yetkin olmayan Dilbilgisi I, betimsel yetkinliğe de sahip değildir.
-
Açıklamalı yetkinlik (explanatory adequacy): Bir dilbilgisi modeli betimsel olarak yetkin düzeyde olan alternatif dilbilgilerinden hangisinin seçilmesi gerektiğini ilkeli bir biçimde ortaya koyabiliyorsa açıklamalı yetkinliğe sahip demektir. Bu şu anlama gelir: dilbilgisi modeli yalnızca belirli yapıların doğru olarak üretilmesini sağlayacak kurallar yazmakla kalmamalı, bu kuralların nedenlerini de açıklayabilmelidir.
Örneğin, açıklamalı yetkinliğe sahip olabilmek için, Dilbilgisi II, Dil A’da X ve Y birimlerinin niçin yan yana gelemeyeceğini açıklamakla yükümlüdür. Bunun için, diyelim ki, bu dilbilgisi modeli Dil A’nın verisine yeniden bakmış ve X ve Y’nin aslında biri [-], diğeri de [+] niteliğinde özelliklere sahip olduğunu saptamış olsun. Dilbilgisi I, bunu yapmakla, gözlemsel yetkinliğini de bir adım ileri götürmüş olacaktır. Bu yeni gözleme göre, Dil A’nın sözlüğünde X ve Y aslında şöyle tanımlanmaktadır:
(10) X: α[-] Y: α[+]
Bu gözlemden sonra, Dilbilgisi II bu dilde [+] ve [-] değerli birimlerin hangi sıralama içinde olursa olsun yan yana bulunamayacağı açıklamasını getirmiş olsun. Görüleceği gibi, bu açıklama “X ve Y yan yana bulunamaz” açıklamasından çok daha ilkesel bir gerçeğe işaret eden bir açıklamadır ve bu biçimiyle de Dil A konuşucularının sezgileri hakkında çok daha fazla bilgi vermektedir. Ayrıca, dikkat edilmelidir ki, bu açıklama X ve Y birimlerinden bağımsızdır. Yani, “*αα“ kuralı yalnızca Dil A ile ilgiliyken, yeni açıklama X ve Y’nin bulunmadığı diğer diller için de geçerli olabilecektir. Bu nedenle de, bu açıklama ED açısından çok daha geçerli olacaktır. Şimdi dilbilimcilerin yapması gereken, bu açıklamanın geçerli olduğu başka diller olup olmadığını araştırmak ve buna göre ED’yi geliştirmektir.
Şimdi, bu yetkinlik düzlemlerini Türkçeden örnekleyelim:
(Örnek 1) (11a)‘da verilen tümcenin bozuk olduğunu iddia eden bir incelemenin (11b)‘deki betimlemeye ulaştığını ve arkasından da (11c)‘deki açıklamayı verdiğini varsayalım:
(11) a. Ali demin yedi elma. b. Türkçede bir durum eki almamış (belirsiz) cins adlar eylemin arkasında yer alamaz. (betimleme) c. Türkçede bir adın yer değiştirebilmesi için Durum-yüklü olması gerekir. (açıklama)
Eğer (a)‘daki tümce ya da aynı koşulları sağlayan (yani eylem arkasında belirsiz bir cins adın bulunduğu) başka bir tümcenin bu dilde kabuledilebilir olduğu gösterilebilirse, (b) betimlemesi ve dolayısıyla da (c) açıklaması geçerliliğini yitirecektir. (11a) tümcesi Türkçede aslında dilbilgisel olduğuna göre, bu dilbilgisi modeli bu veri açısından ne gözlemsel, ne betimsel, ne de açıklamalı yetkinliğe sahip demektir.
(Örnek 2) Bilindiği gibi, Türkçenin geleneksel dilbilgisi ne…ne yapılarında eylemin olumlu olması gerektiğini söyler. Buna göre (12b)‘deki tümce, (12c)‘deki betimlemede dile getirildiği gibi, bozuk olmalıdır:
(12) a. Ne Ali ne Ayşe eve geldi. b. Ne Ali ne Ayşe eve gelmedi. c. Türkçede ne…ne öbeği olumsuz eylemle kullanılamaz. (betimleme)
Geleneksel dilbilgisi yalnızca betimsel yetkinliği hedefleyen bir dilbilgisi modelidir. Bu nedenle, hiçbir dil verisi için çağdaş dilbilgisi çalışmalarında anlaşıldığı anlamda bir açıklamaya yer vermez. Bu dilbilgisi modelinin çağdaş anlamda kesinlikle kabul edilmeyen önemli bir yönü de, genellikle buyurucu olmasıdır. Ne…ne bağlaçları bağlamında bunun en güzel örneğini görmekteyiz. Çünkü, (12c)‘deki yargının tersine, Türkçede (12b) biçimindeki tümceler dilbilgiseldir (Şener ve İşsever, 2003). Bu kabul edildiğinde, bu veri açısından bu dilbilgisi modelinin gerek gözlemsel gerekse betimsel yetkinliğe sahip olmadığını söylemek zorundayız. Bu iki yetkinliğe de sahip olan bir dilbilgisinin (12a) ve (12b)‘deki veriyi Türkçenin olası tümceleri arasında görmesi ve (12c) betimlemesini de aşağıdaki şekilde değiştirmesi gerekir:
(12c’) Türkçede ne…ne öbeği olumlu ve olumsuz eylemlerle kullanılabilir. (betimleme)
Görüldüğü gibi, (12c’) Türkçenin ilgili özelliğini yeteri kadar betimlemektedir. Ancak, özelikle bu yapının ödünçlendiği Farsça ve (12c)‘nin geçerli olduğu diğer diller düşünüldüğünde, (12c’) betimlemesinin yeterli olmadığı açıktır. Akla hemen şu soru gelir: Kimi dillerde bu tür bağlaçlar olumsuz eylemlerle kullanılamazken Türkçede nasıl kullanılabiliyor? Bu soruya yanıt verebilmek için, öncelikle gözlemimizi genişletmemiz gerekir (küçük-büyük harfle yazılan birimler odaklanmış birimleri göstermektedir):
(13) a. *Ne Ali ne Ayşe EVE geldi. a’. NE ALİ NE AYŞE eve geldi. b. *Ne Ali ne Ayşe EVE gelmedi. b’ ??NE ALİ NE AYŞE eve gelmedi.
Görüldüğü gibi, olay aslında ne…ne ile odak arasındaki ilişki ile ilgilidir (Şener ve İşsever, 2003). Bu gözlem, (12c’) betimlemesinin de değiştirilmesi gerektiğini göstermektedir:
(12c”) Türkçede ne…ne bağlacı odaklı olduğunda eylem olumlu, odaksız olduğunda ise olumlu olmalıdır.
Bu noktada Türkçe için gözlemsel ve betimsel yetkinliğe ulaşmış durumdayız. Peki, bu verinin açıklaması ne olmalıdır? Kısaca aşağıdaki açıklamayı verebiliriz (Şener ve İşsever, 2003):
(14) Odak ve olumsuzluk birbiriyle doğrudan ilişkili iki dilbilgisel olgudur.
SÖZCÜK TÜRLERİ
Sözcük Türlerini Belirlemek
Boşluk Testi
Aşağıdaki İngilizce örneklerde birbirinin yerine kullanılabilen sözcüklerin hepsi EYLEM, Türkçe örneklerde ise AD’dır. Boşluk testi (gapping test) olarak adlandırılan bu yöntem, bir dilde birbirinin yerine geçebilen sözcükleri belirlemek amacıyla kullanılır. Birbirinin yerine geçen sözcükler aynı dağılım’a (distribution) sahiptir. Dolayısıyla, aynı dağılıma sahip sözcüklerin aynı sözcük türüne ait olduğu söylenebilmektedir.
(1) I was happy to ______ (2) I was happy to learn/leave/wander/relax. (3) a. *I was happy to student/door/wanderer/relaxation. b. *I was happy to underneath/overhead. c. * I was happy to energetic/thoughtful/green/sad. (4) O müşteri ______ aldı. (5) a. O müşteri kitap/dergi/gazete/reçel/ev/araba aldı. b. *O müşteri koşmak/okumak/sarı/uzun/geniş aldı.
Biçim
Sözcük türlerini belirlemenin diğer bir yolu da, sözcüklerin biçimine (form) bakmaktır. Örneğin, İngilizcede escape sözcüğünün hem ad hem de eylem olarak kullanılabilmesine karşın, her iki durumda alabildiği ekler farklıdır:
(6) escape (E): -(e)d *-s (çoğul) *the escape (A): *(e)d -s (çoğul) the
Benzer örnekleri Türkçeden de verebiliriz. Örneğin bak- eylemi, eylem görevinde kullanıldığında zaman ve görünüş eklerini alabilirken, ad görevinde kullanılabilmek için -ma, -ış, -ım gibi adlaştırma eklerini almak zorundadır.
(7) bak-(E): -TI, -mIş, -(I)yor, -(y)AcAk bak- (A): -mA, -(y)Iş, -(I)m
Bundan başka, bu sözcüğün arkasına, içinde bulunduğu tümceyi bir üst tümceciğe bağlayan -mAk (mastar eki) ya da -ış, -an gibi ekler de eklenebilir.
Sözcük türlerini belirleme yolları
Dilbilgisi kitaplarında sözcük türleri genellikle aşağıdaki gibi tanımlanır:
- Ad: Adlar, kişi, yer ya da şeylerin adı olurlar.
- Sıfat: Sıfatlar, bir adı niteleyen betimleme sözcükleridir.
- Eylem: Eylemler, bir hareket, süreç ya da durum bildirir.
Ancak, bir sözcüğün hangi türden olduğunu bu tanımlardan yola çıkarak belirlemek her zaman doğru ve kesin sonuçlar vermez. Örneğin, aşağıdaki tümcelerde kamyon ve taş sözcükleri birer ad olmalarına karşın, içinde bulundukları öbeklerdeki işlevleri açısından yukarıdaki sıfat tanımına da uymaktadırlar.
(8) Mustafa bir kamyon sürücüsüdür. (9) taş duvar
Dağılım testini uyguladığımızda bu sözcüklerin aslında birer ad olduklarını görürüz.
- kamyon ve taş sözcükleri kırmızı, yakışıklı, mutlu, uzun gibi tipik sıfatlarla aynı dağılıma sahip değildir:
(10) Mustafa Ali kadar ______ (mutlu/uzun/yakışıklı)/(*kamyon/*taş). (11) Mustafa ______ (mutlu/uzun/yakışıklı)/(*kamyon/*taş) görünüyor. (12) ______ (mutlu/uzun/yakışıklı)/(*kamyon/*taş) bir an/adam
- Bu sözcüklerin sıfatlar için tipik olan daha, en gibi derecelendirme belirteçleriyle kullanılamadıkları görülmektedir:
(13) a. daha mutlu/yorgun/yakışıklı/uzun b. en mutlu/yorgun/yakışıklı/uzun (14) a. *daha kamyon/taş/ b. *en kamyon/taş/
Dağılım testi, bize sıfat ve adların farklı sözcük sınıfları ile nitelenebildiklerini göstermektedir. Diğer adlar gibi kamyon ve taş sözcükleri birer sıfatla nitelenebilir ama çok/hemen gibi tipik belirteçlerle nitelenemezler:
(15) a. Mustafa büyük kamyon sürücüsü. b. *Mustafa çok/hemen kamyon sürücüsü
Yukarıda sözü edilen ölçütler sözdizimsel ölçüt’lerdir. Bu ölçütlerde söz konusu olan, bir sözcüğün başka bir sözcükle yan yana bulunup bulunamaması ya da belirli bir konumda yer alıp alamamasıdır.
Buna ek olarak, biçimbilimsel ölçüt’lerden de söz edilebilir. Biçimbilimsel ölçütler, bir sözcüğün hangi tür ekleri alabildiğini belirler. Örneğin, eylemleri kişi, sayı, zaman ekleri gibi ekleri, adları da ad durum ekleri, sayı ve çoğulluk anlatan ekler ve kimi dillerde görülen cinsiyet eklerini almaları bakımından diğer sözcüklerden kolayca ayırabiliriz.
Bununla birlikte, biçimbilimsel açıdan özellikle sıfat ve belirteçler arasındaki ayrım çok açık değilmiş gibi görünür. Örneğin, kısa sözcüğü hem sıfat hem de belirteç olarak kullanılabilmektedir.
(16) a. kısa etek (sıfat) b. kısa konuş- (belirteç)
Bu sözcüğün türünü biçimbilimsel ölçütlerle belirleyebilmek güçtür. Örneğin, Türkçede tipik bir belirteç eki olan -CA, belirteçlerin neredeyse hepsine eklenebildiği gibi (bkz. (17)), (18)‘deki gibi kimi sıfatlara da eklenebilmekte, ancak (19)‘da görüldüğü gibi tüm sıfatlarla kullanılamamaktadır:
(17) hızlıca yürü-, kısaca konuş-, uzunca konuş-, güzelce otur-, terbiyesizce davran- vb. (18) kısaca etek (19) ??kırmızıca elma, *tatlıca yemek, …
Bu durumda, bu iki sözcük türünü birbirinden ayırmanın en iyi yolu, sözdizimsel ölçütlere başvurmaktır. Buna göre, -CA eki eklenmiş bir sözcük eğer sıfatsa kendisinden sonra mutlaka bir belirsiz tanımlık gerektirmektedir ve yukarıdaki ??kırmızıca elma gibi öbeklerin bozukluğunun temel nedeni de budur:
(20) ?kırmızıca bir elma, uzunca bir etek, güzelce bir kız (21) a. *Kırmızıca elma yiyordu. / ?Kırmızıca bir elma yiyordu. b. *Bugün uzunca etek giymiş. / Bugün uzunca bir etek giymiş. c. *Güzelce kıza yolu sordum. / Güzelce bir kıza yolu sordum.
Sonuç olarak, bir sözcüğün hangi sözcük türüne ait olduğunu belirleyebilmek için hem biçimbilimsel hem de sözdizimsel ölçütlere başvurmak gereklidir. Bu testleri uyguladığımızda, bir dildeki sözcüklerin benzer dağılımlar sergileyecek biçimde gruplanabildiğini görürüz.
Temel Sözcük Türlerinin Sözdizimi
Eylem türlerine giriş
Dillerde eylemler pek çok alt-türe ayrılır. Bunlardan en önemli üçü şunlardır: geçişsiz, geçişli ve çift-geçişli eylemler.
GEÇİŞSİZ EYLEMLER (tek üyeli eylemler) (22) Adam horluyor.
- Eylemlikler yalnızca eylemlerden oluşmaz. Bunlar ad, sıfat gibi diğer sözcük türleri de olabilir.
- Bir eylemin ‘geçişsiz’ olması, tek bir üyesi olması anlamına gelir, ama bildirdiği işi tek bir kişinin yaptığı anlamına gelmez: örneğin, yandaki örnek tümce (ör. (22)) “Adam ve kadın horluyor” biçiminde de olabilirdi. Bu durumda, eylemin yine geçişsiz ve tek üyeli olduğunu söylememiz gerekirdi. (Yani, ‘üye’ kavramı büyük oranda dilbilgisel bir kavramdır, dış dünyayla doğrudan ilişkili değildir.)
- Geçişsiz eylemlerin üyeleri canlı (animate) olmak zorunda değildir. Ör: Volkan patladı; Fırtına koptu; Kitap düştü vb.
GEÇİŞLİ EYLEMLER (iki üyeli eylemler) (23) a. Tunç benim teklifimi reddetti. b. Gül, kendisine bağıran adamı görmezden geldi. c. Ali vazoyu kırdı. d. Mehmet elma yiyor.
ÇİFT-GEÇİŞLİ EYLEMLER (üç üyeli eylemler) (24) a. Tunç benim kitabımı Kaya’ya gönderdi. b. Gül, kendisine bağıran adamı annesine gösterdi. c. Ali vazoyu yerine koydu. d. Mehmet bana elma ısmarladı.
Adöbeği
ADÖBEKLERİ VE BELİRLEYİCİLER
Adöbekleri çoğu durumda belirleyici (determiner) olarak adlandırılan sözcüklerle birlikte görünür. Bu sözcük türünün varlığını İngilizceden örnekleyelim:
(25) the paper, a problem, those feelings, which cat, both children, all examples
Belirleyiciler, yalnızca adöbekleri ile birlikte bulunmaktadır. Bu nedenle, bir sözcüğün ad olup olmadığını belirlemekte iyi bir test aracı olabilirler.
Belirleyicilerin tek başına bir sözcük türü oluşturduğunu anlamanın bir yolu, doğal olarak, dağılımlarına bakmaktır. Bu yapıldığında, bunların sıfatlarla aynı dağılıma sahip olmadığı görülmektedir.
Sözdizimsel Kanıtlar:
İngilizcede belirleyiciler sıfatların önünde gelir: (26) the white paper/*white the paper/*white paper the these (difficult) feelings/*difficult these feelings
Pek çok sıfat ardarda kullanılabilirken, her adöbeğinde genellikle yalnızca tek bir belirleyici bulunabilir: (27) which old, hungry, skinny, … white cat? *which this cat
Biçimbilimsel Kanıt:
İngilizce belirleyiciler sıfatlara eklenebilen derecelendirme eklerini almazlar: (28) older, skinniest *allest, *bothier
Sıfatlar İngilizcede doğal olarak açık sınıftadırlar. Buna karşın, belirleyiciler kesin olarak kapalı sınıf oluşturur.
Türkçede İng. ‘the’ gibi bir belirli tanımlık yoktur (daha doğrusu bu birim Türkçede biçimbilimsel olarak ‘gerçekleşmemektedir’). Buna karşın, ‘a’ tanımlığının Türkçe karşılığı bulunmaktadır. Ancak, İngilizcede yukarıda örnekleri verilen belirleyicilerin Türkçede de olduğu bir gerçektir. Bunların birer sıfat değil de ‘belirleyici’ türüne ait olduğunu, İngilizce örneklerde izlediğimiz yolu izleyerek gösterebiliriz:
(29) x kağıt, bir sorun, o duygular, hangi kedi, tüm örnekler
Belirleyiciler, normal olarak, sıfatların önünde gelir (Türkçe açısından (özellikle bir tanımlığı açısından) bu test sorunludur): (30) bir beyaz kağıt/beyaz bir kağıt (ikisi de oluyor) o (zor) duygular/*zor o duygular hangi zayıf kedi/?zayıf hangi kedi (Türkçede sözcüklerin yer değiştirme özelliği vardır) tüm yararsız örnekler/yararsız tüm örnekler
Pek çok sıfat ardarda kullanılabilirken, her adöbeğinde genellikle yalnızca tek bir belirleyici bulunabilir: (31) hangi yaşlı, aç, zayıf, … beyaz kedi? *hangi bu kedi *hangi bir kedi?
Biçimbilimsel Kanıt:
(Türkçenin adlardan sıfat yapan tipik ekleri belirleyicilerden sıfat yapamaz; belirleyicilerden sıfat yapan bir ek yoktur) (32) şekerli, sevinçli, kapısız *tümlü, *hangisiz
Sözdizimsel Kanıt: (Belirleyiciler sıfatlarla aynı sözdizimsel konumlarda bulunmaz)
(33) daha yaşlı, en yaşlı *daha bir, *en tüm
Sıfatlar İngilizcede olduğu gibi Türkçede de doğal olarak açık sınıftadırlar. Buna karşın, belirleyiciler Türkçede de kesin olarak kapalı sınıf oluşturur.
ADÖBEKLERİNİN ANLAMSAL VE SÖZDİZİMSEL ROLLERİ
AÖ’ler, eylemle girdikleri anlamsal ilişkiye göre farklı türlerde anlamsal roller (semantic role) üstlenebilir.
Anlamsal Roller:
- EDİCİ (agent): Yüklem tarafından anlatılan işi bilerek ya da isteyerek yapan.
- ETKİLENEN (patient): Yüklem tarafından anlatılan işe maruz kalan, bu işten etkilenen.
- DENEYİMCİ (experiencer): Yüklem tarafından anlatılan (ruhsal) bir durumdan duygusal ve algısal olarak etkilenen.
- KONU (theme): Bir devinimde, bir oluşta yer alan ama onlardan etkilenmeyen (Haegeman’ın, KONU için benimsediği tanım ise şudur: “Yüklemin anlattığı durum ya da eylem tarafından etkilenen varlık.“)
- HEDEF (goal): Yüklem tarafından anlatılan devinimin yönü üzerinde olan.
- KAYNAK (source): Yüklem tarafından anlatan devinimin başlangıcında, çıkış yerinde bulunan.
- YER (locative): İş, oluş ve durumun gerçekleştiği konum, uzam.
- YARARLANICI (benefactive): Yüklem tarafından anlatılan iş, oluş ya da durumdan yararlanan.
- ARAÇ (instrument): İşin, devinimin yapılmasına araç olan. (Uzun (2000:105) ve Haegeman (1994:49-50)‘den uyarlanmıştır.)
(34) a. Tunç kitabı okudu. (edici) (konu) a’. Mehmet elma yiyor. (edici) (konu) b. Ali, Mehmet’e tokat attı. (etkilenen) c. Kitap masadan yere düştü. (etkilenen)(kaynak) (hedef) d. Ali Ayşe’yi seviyor. (deneyimci) d’. Ali Ayşe’ye kızdı. (deneyimci) e. Ali odasında ders çalışıyor. (yer) f. Ali kitabı bana verdi. (yararlanıcı) g. Ali birayı açacakla açtı. (araç)
Alanyazındaki çalışmalarda anlamsal/konusal rollerin sayısı ve tanımları konusunda farklılıklar olsa da, bunların sözdizimdeki varlığı konusunda herhangi bir tartışma yoktur. Anlamsal rolleri ilk kez öneren Chomsky (1981), bu rollerin tümcenin üyeleriyle olan ilişkisini konusal rol ölçütü (theta-criterion / θ-criterion) doğrultusunda el almaktadır:
Konusal Rol Ölçütü (Theta-criterion / θ-criterion)
Her üye tek bir konusal rol taşır, Her konusal rol tek ve yalnızca tek bir üyeye yüklenir. (Chomsky 1985, s. 35)
AÖ’ler özne ve nesne sözdizimsel işlevlerini (syntactic function) yüklenir (Bunlar, dilbilgisel ilişkiler -grammatical relations- olarak da bilinir).
Sıfat Öbeği
DERECELENDİRME NİTELEYİCİLERİ
Adların adöbekleri içinde belirleyiciler ile birlikte kullanılması gibi, sıfatlar da derecelendirme niteleyicileri (degree modifier) ile birlikte kullanılabilmektedir. (35) sehr schwer, zu voll, ganz sicher very heavy, too full, quite certain çok ağır, çok/iyice/fazla dolu, çok/oldukça kesin
Sıfat öbeğinde (SÖ) derecelendirme niteleyicileri, Almanca ve İngilizcedeki gibi niteledikleri adlardan önce ya da Breton’daki gibi sonra gelebilir: (36) klañv kaer hasta çok ‘çok hasta’
SIFAT ÖBEKLERİNİN KONUM VE İŞLEVLERİ
SÖ’lerin niteleyici (attributive) ve yüklemleyici (predicative) olmak üzere iki temel işlevi vardır. Niteleyici SÖ’ler bir adı niteler ve normal olarak konumları sabittir.
(37) a. a piros autó. (Macarca) ‘kırmızı araba’ b. i omorfi jineka (Yunanca) ‘güzel kadın’
(38) a. an ti kozh tre. (Breton) ‘çok eski ev’ b. un livre rouge (Fransızca) ‘kırmızı kitap’
SÖ’ler yüklem de olabilirler: (39) a. He felt ______ She is/seemed ______ (very sad, quite hungry, amused, amusing) b. I find it ______ to think she’s forty. (fairly hard, impossible, most amusing)
Yüklemcil sıfat Türkçe gibi bazı dillerde özneye koşaç (copula) ile bağlanmak zorunda değildir: (40) Ali marah (Malayca) Ali kızgın ‘Ali kızgın’ / ‘Ali is angry’
Tüm temel sözcük türleri gibi, sıfatlar da alt-türlere ayrılır. Örneğin, İngilizcede awake yalnızca ‘yüklemcil sıfat, ‘utter’ da yalnızca niteleyici sıfat olarak kullanılabilir. Bunların sıfat olduklarını, sıfatlara özgü derecelendirme niteleyicilerini alabilmelerinden anlarız: “quite/more/most awake”, “I felt the most utter fool.”
İlgeç Öbeği
İLGEÇ ÖBEKLERİNİN YAPISI
(41) Geçişli ilgeçler: (bir nesne AÖ’sü alırlar) under the floor, towards that conclusion, outside my house (42) Geçişsiz ilgeçler (nesne AÖ’sü almazlar): That student was here before. Put your clean pile of clothes underneath!
Yukarıda adların belirleyiciler, sıfatların da derecelendirme niteleyicileri ile birlikte bulunabildiklerini belirtmiş ve belirleyici ve derecelendirme niteleyicilerinin ad ve sıfatların türünü belirlemek için birer test aracı olarak kullanılabileceğini görmüştük. Benzer bir biçimde ilgeçler de well, straight ve right gibi kendi kapalı sınıf niteleyicileri ile birlikte kullanılabilirler; bunlar bir sözcüğün ilgeç olup olmadığının test edilmesinde belirleyici rol üstlenmektedir.
(43) a. The weight is [[well inside] the limit]. b. She put the box[[right inside] the cupboard]. c. Put your clean pile of clothes [right underneath]!
right niteleyicisini bir test aracı olarak kullandığımızda, geleneksel dilbilgisinin belirteç olarak gördüğü upstairs ve overhead gibi sözcüklerin aslında birer ilgeç olduklarını görürüz:
(44) a. She lives [(right) upstairs/downstairs]. ‘O hemen üst katta oturuyor.’ b. The plane flew [(right) overhead]. ‘Uçak hemen/tam üstten geçti.’ c. Put your clean pile of clothes [(right) underneath]! ‘Temiz giysilerini hemen aşağıya koy.’
İngilizcedeki deyimsel eylemler’in (phrasal verbs) eylem dışındaki parçacığı’nın (particle) da right testi uygulandığında bir ilgeç olabildiği görülmektedir:
(45) a. Lee ran his apartment (right) down. ‘Lee dairesini bütünüyle ihmal etti.’ b. Put those chocolates (right) back! ‘O çikolataları hemen geri koy.’
Buraya kadar gördüğümüz gibi, İngilizcede ilgeçler de adlardan hemen önce gelmektedir. Örneğin: over the summer. Ancak, Japonca ve Türkçe gibi dillerde ilgeçler adlardan önce değil, hemen sonra gelir:
(46) a. tookyoo kara Tokyo from ‘Tokyo’dan’ b. sono hito to that person with ‘O kişi ile’
Türkçede “-dan” bir ilgeç değil, bir durum ekidir.
TÜRKÇEDE İLGEÇLER:
Türkçedeki ilgeçlerin tipik örnekleri şunlardır: (47) ile, kadar, gibi, boyunca, önce, dek, için, rağmen
Türkçede ilgeçler, Japoncada olduğu gibi, adlardan sonra gelmektedir. Bu anlamda, Türkçede ilgeçlerin İngilizcedeki özelliklerin aynısını göstermesini bekleyemeyiz. Diğer bir deyişle, yukarıda İngilizce ilgeçler için verilen bilgiler ve bunların test edilme yollarının aynen Türkçede de olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Ayrıca, ilgeçler Türkçede her zaman bir ad ile birlikte kullanılır. Bu anlamda, Türkçedeki ilgeçler geçişlidir.
İLGEÇ ÖBEKLERİNİN İŞLEVLERİ
İngilizcede ilgeçlerin işlevlerinden biri, belirli dilbilgisel ilişkileri işaretlemektir. Örneğin, İng. to ilgeci, önüne geldiği adın dolaylı nesne olduğunu gösterir: (48) I lent my money to Chris.
İngilizcede İÖ’lerin ikinci bir işlevi de, önüne geldikleri adların yer gösterdiğini (locatives) belirtmektir (kimi zaman bir yerde, kimi zaman da bir zaman diliminde yer gösterirler): (49) a. I walked to the sea. b. I arrived after four o’clock. c. His house is after the crossroads.
İngilizcede çok sayıda yer ilgeci (locative preposition) olmasına karşın, bu tüm dillerde böyle değildir. Örneğin, Kwamera’da iki, Nijerya dilleri olan Igbo ve Yoruba’da ise yalnızca bir yer ilgeci vardır.
İÖ’lerin üçüncü işlevi ise, belirteç işlevi’dir. Bu, bir İÖ’nün basitçe eylemi nitelemesi demektir. Bu, ilgeçlerin belirteçlerle aynı sözcük sınıfından olduğu anlamına gelmemelidir. Bunun anlamı, gerçekte, belirteç işlevinin yalnızca belirteçlere ait olmadığıdır.
(50) a. He walked with a limp. (‘Topallayarak yürüdü.’) b. She sang in a loud voice. (‘Yüksek bir sesle şarkı söyledi.‘) (İÖ) c. She sang loudly. (BÖ)
Belirteç Öbeği
İngilizcedeki tipik belirteçler: suddenly, slowly, gradually vb.
-ly ekini alan sözcükler genellikle belirteçtir; yani belirteç işlevi (adverbial) üstlenmektedirler. Bu belirteçler, ilgili sıfatlardan türetilir:
(NOT: belirteç işlevi, yalnızca belirteçler tarafından değil, yukarıda gördüğümüz gibi, örneğin, ilgeçler gibi kimi başka sözcük türleri tarafından da yerine getirilebilmektedir.)
(51) sudden → suddenly sage → sagement (Fr. ‘akıllı → akıllıca’) gibi.
Ancak, kimi düzensiz belirteçler, sıfatlarla aynı biçimdedir: (52) She works fast(*ly) / hard(*ly) vb.
Ayrıca, -ly ekini alan tüm sözcüklerin belirteç olduğunu söylemek yanlıştır, çünkü kimi sıfatlar da bu eki alabilir: (53) this ungodly hour (‘acayip/olmayacak saat’) *He speaks ungodly.
İngilizcede sıfatlar, belirteçlerle aynı sözdizimsel ortamlarda bulunmadıklarından, geleneksel olarak belirteçlerden ayrılır: sıfatlar adları nitelerken (bkz. (54)), belirteçler, aşağıda gösterildiği gibi, sıfatları, diğer belirteçleri ve eylemleri nitelemektedir: (54) an unusual [A song] / *an unusually song (55) a. an unusually [S happy] song (belirtecin bir sıfatı nitelemesi) b. She spoke unusually [B quickly] (belirtecin bir diğer belirteci nitelemesi) (*She spoke unusual quickly) c. She [E spoke] unusually (belirtecin bir eylemi nitelemesi)
Aslında, sıfatlar ve belirteçler bütünleyici dağılım içindedir. Yani, birinin bulunduğu yerde diğeri bulunamaz, ama birlikte tüm olası konumları doldururlar. Sıfatlar adları niteler, ama belirteçler diğer sözcük türlerini nitelemekte kullanılır. Bu sözcük türlerinin birbirlerini böylesi bir biçimde bütünlemeleri nedeniyle, dilbilimciler genellikle bunların aynı sözcük türünün alt-türleri olduğunu düşünmektedir.
Tek bir sözcük türünün alt-türü olarak kabul edilebilmek için, her iki türde de gözlemlenen kimi dilbilgisel özelliklerin bulunması gerekmektedir. Sıfat ve belirteçler, bu koşula uyar.
- İlk olarak, bunlar niteleyicileri paylaşmaktadır: (56) very, quite, most, unusual(ly)
- İkinci olarak, sıfatlar da -ly eki alan belirteçler de “as ______ as” karşılaştırma yapısında bulunabilmektedir: (57) as miserable as Kim as miserably as Kim
- Üçüncü olarak, -er ve -est karşılaştırma eki kimi belirteçlerde de sıfatlarda olduğu gibi bulunabilmektedir: (58) soon, sooner, soonest red, redder, reddest
Bununla birlikte, kimi farklılıklar da vardır. Örneğin, uncertain sıfatı whether tarafından izlenebilirken, bununla ilgili belirteç olan uncertainly için bu olası değildir: (59) a. He seems uncertain whether she’s left or not. b. *He spoke uncertainly whether she’d left or not.
Yine de, -ly ekini alan belirteçleri sıfatların bir alt-türü olarak gören anlayış oldukça ikna edici görünmektedir.
Gerçekte, pek çok dilde sıfatlarla belirteçler arasında biçimsel bir ayrım yoktur. (60) a. Er ist schön. (eylemlik görevinde sıfat) b. Er signt schön. (belirteç)
Geleneksel dilbilgisi, today, tomorrow, yesterday, tonight gibi sözcükleri belirteç olarak görmektedir. Bunların “belirteç işlevi” taşıdığı açıktır (“We’re leaving today/tomorrow/tonight”). Ancak, belirteç işlevi taşımaları ‘belirteç’ oldukları anlamına gelmez (yukarıda İÖ’lerin de belirteç işlevi taşıyabildiğini görmüştük). Bunlar, gerçekte ‘ad’dır, çünkü tüm tipik AÖ konumlarında bulunabilirler:
(61) a. Tomorrow/today/tonight seems fine. b. I planned tomorrow/yesterday very carefully. c. I’ll finish it by tonight.
Ayrıca, diğer AÖ’ler gibi -‘s iyelik ekini alabilirler: (62) today’s bike ride, tomorrow’s lectures
Ama, belirteçlerden farklı olarak, very, quite gibi niteleyicileri alamazlar. Bu nedenle, bunların belirteç olmadığı sonucuna varmaktayız.
Still, yet, always, already, sometimes gibi sözcükler herhangi bir sıfatla ilgili değildirler ve tipik sıfat/belirteç niteleyicilerini alamazlar:
(63) *very already, *more sometimes
Yine de, sıfatları ve eylemleri nitelediklerinden (always late, still happy), bu sözcükleri belirteçlerin bir alt-türü olarak ele alabiliriz.
Öbek Yapı
1.1 Öbek kavramı
Bir tümcede birbiriyle anlamca ilgili birimler birlikte yorumlanır. Bu, birlikte yorumlanan bu birimlerin aynı öbekte bulunduğu anlamına gelir. ‘Aynı öbekte bulunmak’, genel bir deyişle, bir yakınlık ilişkisidir. Örnek (1a)‘da birbiriyle böyle ‘yakınlık ilişkisi’ kuran birimlerin birlikte ‘öbek’ oluşturduğunu görüyoruz. (1b)‘deki öbek ilişkilerinde ise (1a)‘daki türden bir yorumsal yakınlığın bulunmadığı açıktır. Dolayısıyla, (1b) bu tümce için doğru öbek ilişkilerini sunmamaktadır.
(1) a. [Çocuk [kalın kitabı]] saatlerce okudu
(1) b. *[Çocuk kalın] [kitabı saatlerce] okudu
Aşağıdaki örneklerde de benzer ilişkiler görülebilir. (2)’de “çok hızlı araba sür-” öbeğinin yapısal anlam bulanıklığı (structural ambiguity) oluşturacak biçimde iki farklı yoruma izin verdiğini görüyoruz. (2a)‘daki öbek yapı, “arabanın çok hızlı sürülmesi”, (2b)‘deki öbek yapı ise “çok hızlı olan bir arabanın sürülmesi” yorumlarını açığa çıkarmaktadır. Görüldüğü gibi, anlamsal farklılıklar yapısal farklılıklarla açıklanabilmektedir.
(2) a. [[çok hızlı] araba] sür-
(2) b. [çok [hızlı araba]] sür-
Aşağıdaki örnekleri de bu açıdan inceleyelim:
(3) a. [tahta [kapı tokmakları]]
(3) b. [[tahta kapı] tokmakları]
(4) a. [eski [dışişleri bakanı]]
(4) b. [[eski dışişleri] bakanı]
Yukarıdaki örneklerden de anlaşıldığı gibi, bir öbek yalnızca çeşitli sözcüklerin basitçe yan yana gelerek oluşturduğu bir bütünlük değildir. Tersine, öbekte yan yana gelen sözcükler arasında yapısal ilişkiler kurulmaktadır. Yapısal ilişkilerin yukarıda gözlemlediğimiz anlamsal farklılıklar bağlamındaki kanıtları dışında, daha biçimsel kanıtlarını da bulmak olasıdır. Örneğin, ad durum ekleriyle ilgili koşullanmalar bu açıdan değerlendirilebilir. (5) ve (6)‘da adlarla eylemler, (7)‘de ise adlarla ilgeçler arasında adların durum eklerini alışlarıyla ilgili yapısal ilişkiler bulunduğunu gözlemek olasıdır. Bu örnekler, farklı eylem ve ilgeçlerin birlikte bulundukları adların farklı durum ekleri alması gerektirdiğini göstermektedir.
(5) a. gazeteyi oku- b. gazeteye bak- c. gazetede (bir şey) yaz-
(6) a. suyu/birayı/çorbayı iç- b. okula/eve/tatile git- c. evden/sınıftan/binadan (dışarı/bir yere) çık- d. durakta/köşede/kapıda (bir şey) bekle-
(7) a. eve/okula/bankaya kadar b. ev/okul/banka gibi c. yardıma/paraya/tamire muhtaç
Bir diğer biçimsel kanıt da, sözlüksel birimlerin yapısal konumlarının gerek bu birimlerin biçimi gerekse içinde bulundukları yapının dilbilgiselliği üzerindeki etkisidir. Örneğin, (8a)‘da belirtme durumu almış olan nesne konumundaki asfalt adöbeği, özne konumunda bulunduğu (8b)‘deki edilgen tümcede yalın durumda olmak zorundadır. Tümcenin tümünün de bir öbek olduğu düşünüldüğünde, bir adın nesne ve özne konumlarındaki bu biçimbilimsel değişikliğinin öbek içindeki yapısal ilişkilerinden kaynaklandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
(8) a. İşçiler asfaltı onardı. b. Asfalt(*ı) (işçiler tarafından) onarıldı.
(9)‘da ise, bir ilgecin ilişkili olduğu adöbeğiyle yan yana bulunmak zorunda olduğunu görüyoruz (bkz. 9a, b). Dahası, Türkçe açısından bu sıralamanın (9d)‘de olduğu gibi ilgeç+ad biçiminde değil, (9c)‘de olduğu gibi ad+ilgeç biçiminde olması gerektiğini göstermektedir. Bildiğimiz gibi, Türkçede sıfatlarla adların birlikteliğinde de aynı sıralama, yani sıfat+ad sıralaması, zorunludur (bkz. 10).
(9) a. merakla eve kadar yürü- b. *eve merakla kadar yürü- c. önemli biri gibi davran- d. *gibi önemli biri davran-
(10) a. Dedem ağacın çürük dallarını kesti. b. * Dedem ağacın dallarını çürük kesti.
Tüm bu örnekler, tümce içindeki sözcüklerin tesadüfen ve serbestçe yanyana bulunmadıklarını, tersine, bunlar arasında yapısal ilişkiler bulunduğunu kanıtlamaktadır.
1.2 Öbek-içi ilişkiler
Chomsky dilbilgisi öbeğin yapısını bir ağaca benzetmekte ve öbek içinde bulunan birimlerin aşamalı (hiyerarşik) ilişkilerini de bu şekilde açıklamaktadır. Örneğin, (11)‘de gördüğümüz öbek-yapıda X, Y ve Z’den her biri budak (node) olarak adlandırılmakta ve bunlar arasında dallandırma (branching) ve önce gelme (precedence) ilişkileri olduğu dile getirilmektedir.
(11)
X
/ \
Y Z
```- X, Y, Z : budak
- X, Y ve Z'yi 'dallandırır'
- Y, Z'den 'önce gelir'
Daha önce de değindiğimiz gibi, bu dilbilgisi modelinin en belirgin iddialarından biri insan dilinin üretken ve döngüsel yapılar içerdiğidir. Dolayısıyla, (11)'deki öbek yapı, benzer ilişkilerin yinelenmesiyle (12)'de gösterildiği gibi genişletilebilir.
(12)
X
/ \
Y Z
/ \ /
T U V W
- X, T, U, V ve W'yi de dallandırır. Ancak, Y ve Z'yi **doğrudan**, diğerlerini ise **dolaylı olarak** dallandırır.
- X, Y ve Z'nin **annesidir** (mother (node)).
- Y ve Z, X'in **kızlarıdır** (daughter (node)).
- Y ve Z **kızkardeşlerdir** (sister (node)).
- Bu ilişkiler {Y, T, U} ve {Z, V, W} için de geçerlidir.
- T, U'dan **hemen önce gelir**. Ama V ve W'dan yalnızca '**önce gelir**'.
Öbek-içi ilişkiler açısından önem taşıyan bir diğer kavram da **kurucu** (constituent) kavramıdır. Bu kavram da yine öbek ilişkileri çerçevesinde biçimsel olarak tanımlanmaktadır:
### (13) Kurucu
X Y'yi dallandırıyorsa, Y X'in kurucusudur.
(12)'de X, Y ve Z'yi doğrudan dallandırdığına göre Y ve Z, X'in **doğrudan kurucusu** (immediate constituent) konumundadırlar. Benzer biçimde, T ve U Y'nin, V ve W de Z'nin doğrudan kurucusudur. Ayrıca, T, U, V ve W, X tarafından dolaylı olarak dallandırıldığından, bu budaklar aynı zamanda X'in de **dolaylı kurucusudurlar** (indirect constituent). Bu yapıda, herhangi bir birim tarafından doğrudan ya da dolaylı olarak dallandırılmadığından, kurucu olmayan tek birim X'tir.
Bunların dışında, bir öbek-yapı ağacında herhangi bir birimin ve/veya budağın türünü belirleyen etiketlere de **öbek imi** (phrase marker) adı verilmektedir.
(14)
XÖ
/ \
YÖ X
/
ZÖ Y
- Öbek imi: XÖ, YÖ, ZÖ, X, Y
## 1.3 Kurucu Testleri
Sözdizim çalışmalarında neyin kurucu sayılacağı konusunda araştırıcıya ve benimsenen kuramsal yaklaşıma göre kimi farklılıklar olsa da, bir sözdizimsel yapıdaki kurucuları belirlemek için genel olarak kullanılan pek çok sınama yöntemi vardır. Bunlardan en çok benimsenenlerinden bazılarına bakalım.
**Özerklik testi (parçasal yanıt –fragment answers– testi):** Eğer bir sözcük ya da sözcük dizisi bir soruya tek başına yanıt verebiliyorsa, bu sözcük/sözcük dizisi kurucudur.
(15) Seyirciler ünlü sanatçıyı dakikalarca alkışladı.
A: Seyirciler kimi dakikalarca alkışladı?
B: Ünlü sanatçıyı.
B': #Seyirciler ünlü sanatçıyı.
B'': #Ünlü sanatçıyı dakikalarca.
(16) A: Kim ünlü sanatçıyı dakikalarca alkışladı?
B: Seyirciler.
B': #Seyirciler dakikalarca.
(17) A: Meral nasıl koşuyor?
B: Tazı gibi.
B': #Tazı.
B'': *Gibi.
**Yerine koyma (substitution) testi [adıl değiştirimi -pro-form- testi]:** Bir sözcüğü/sözcük dizisini bir adılla değiştirebiliyorsak, bu sözcük/sözcük dizisi bir kurucudur.
(18) a. Seyirciler **ünlü sanatçıyı** dakikalarca alkışladı.
b. Seyirciler **onu** dakikalarca alkışladı.
(19) a. **Siyah takım elbiseli bir adam** bizi izliyordu.
b. **O** bizi izliyordu.
c. ??/*Siyah takım elbiseli **o** bizi izliyordu.
(20) a. Esra **geçen hafta İtalya'ya** gitti.
b. Esra **oraya** gitti.
**Sıralama (coordination) testi:** (Aynı türden) Bir sözcük/sözcük dizisi ve, veya, ama gibi bir bağlaçla bağlanabiliyorsa bu sözcük/sözcük dizisi bir kurucudur.
(21) a. Seyirciler ünlü sanatçıyı dakikalarca alkışladı.
b. Seyirciler [ünlü sanatçıyı] **ve** [orkestrasını] dakikalarca alkışladı.
(22) a. Aşçı patatesleri soydu.
b. Aşçı [patatesleri soydu] **ve** [domatesleri doğradı].
(23) a. Altgeçiti mi kullansak?
b. [Altgeçiti mi kullansak] **yoksa** [köprüden mi geçsek]?
**Silme (deletion) testi:** Bir sözcük/sözcük dizisi dilbilgiselliği bozmadan silinebiliyorsa bu sözcük/sözcük dizisi bir kurucudur.
(24) a. Dün öğleden sonra köpekleri çok seven bir arkadaşımla kahve içmek için buluştuk.
b. ______ köpekleri çok seven bir arkadaşımla kahve içmek için buluştuk.
c. Dün öğleden sonra ______ bir arkadaşımla kahve içmek için buluştuk.
d. Dün öğleden sonra köpekleri çok seven bir arkadaşımla ______ buluştuk.
e. *Dün öğleden ______ köpekleri çok seven bir arkadaşımla kahve içmek için buluştuk.
f. *Dün öğleden sonra köpekleri çok seven bir arkadaşımla kahve içmek ______ buluştuk.
g. *Dün öğleden sonra köpekleri çok seven ______ kahve içmek için buluştuk.
## 1.4 Öbekteki Konumlar ve Aşamalı X (X') Yapısı
Chomsky dilbilgisinde öbek, belirli konumlardan oluşan aşamalı bir yapı olarak ele alınmaktadır. Öbeğin temel birimi **baş** (head) olarak adlandırılır. Bunun yanında, öbek içinde başla çeşitli biçimlerde ilişkiye girebilen **bağımlı öğeler** (dependents) de bulunabilir. Aşağıdaki örneklerde köşeli ayraç içinde gösterilen öğeler bulundukları yapıların başı, ayraç dışında kalanlar ise bağımlı birimleri oluşturmaktadır.
(25) a. kitap [E **oku-**]
b. renkli [A **çiçekler**]
c. oldukça hızlı [E **gitti**]
d. çok [S **renkli**]
e. oldukça [B **hızlı**]
f. eve [İ **kadar**]
### 1.4.1 Baş
Bir öbeğin en önemli öğesi, aynı zamanda o öbeği de kuran birim olan baştır. Başların önemini şöyle açıklayabiliriz:
(i) **Baş, öbeğin bütüncül anlamını belirler.** Örneğin, (25b)'daki *çok renkli çiçekler* öbeği *çiçekler* hakkındadır. Başın sözcük ulamı, tüm öbeğin de ulamını belirler. Örneğin, **çiçekler** sözcüğü bir ad olduğundan, bu adın başı olduğu tüm öbek (çok renkli çiçekler) de bir addır.
(ii) **Baş, öbeğin bütünüyle aynı dağılıma sahip olan tek sözcüktür.** Bu nedenle, çoğu durumda yalnızca başı da kullanabiliriz. Örneğin, *Elif çok renkli çiçekleri sever* yerine *Elif çiçekleri sever* demek olasıyken, **\*Elif çok renkli sever** denilemez. (Türkçede İlgeç öbeğinin başının tek başına kullanılamayacağına dikkat ediniz.)
(iii) **Başlar öbeklerin zorunlu birimleridir; bu nedenle eksik bırakılamazlar.** (Öbeğin başı olan sözcüğün bağlamdan bilindiği durumlarda kullanılması her zaman zorunlu değildir. Ancak bu, **eksilti** (ellipsis) adı verilen kullanımsal bir olgudur ve bu nedenle dilbilgisel bozukluğa neden olan 'eksiklik' ile karıştırılmamalıdır.)
Sözdizimde bir öbeğin kurulma aşaması gerçekte sözcüklerin **sözlüksel özelliklerinden** (lexical feature) kaynaklanan, kendiliğinden bir süreçtir. Örneğin bir ad, tanımı gereği, **[+ad]**, bir sıfat **[+sıfat]** ve diğer türlere ait sözcükler de kendi sözcük ulamlarıyla uyumlu **ulamsal özellikler** (categorial feature) içerir. Tüm sözcükler ulamsal özelliklerine içsel olarak (yani, doğuştan) sahiptir ve bu özellikleri dilbilgisel süreçlerin hiçbirinde ve hiçbir nedenle silinemez. Kısacası, ulamsal özelliği, bir sözcüğün hangi türde olduğunu belirleyen en temel ve değişmez sözlüksel özelliğidir. İşte bu özellik, aynı zamanda bir sözcüğün sözdizimde hangi türde bir öbek içinde bulunacağını da belirleyen şeydir. Örneğin **at** sözcüğü bir ad, **güzel** sözcüğü bir sıfat, **bil-** bir eylem, **gibi** bir ilgeç, **çok** da bir belirteçtir. Öyleyse, bunlar sözdizimde kendi ulamsal özellikleriyle uyumlu öbekler içinde bulunmalıdır:
(26) a. [AÖ at [+ad]]
b. [SÖ güzel [+sıfat]]
c. [EÖ bil- [+eylem]]
d. [İÖ gibi [+ilgeç]]
e. [BÖ çok [+belirteç]]
(26)'da gördüğümüz gibi, bir öbek tek bir birimden oluşabilir ve her öbekte en az bir birim bulunmak zorundadır (bu durumda bu birim, doğal olarak, baş olacaktır). (26)'daki öbeklerin neden sözcüklerin ulamıyla aynı ulamda olması gerektiğini anlamak üzere bu öbekleri başka sözcükler ekleyerek genişletelim:
(27) a. [AÖ hızlı **at** [+ad]]
b. [SÖ çok **güzel** [+sıfat]]
c. [EÖ soruyu **bil-** [+eylem]]
d. [İÖ dağ **gibi** [+ilgeç]]
e. [BÖ pek **çok** [+belirteç]]
Görüldüğü gibi, öbeklerin türü genişlemeden sonra da aynı kalmakta, yani başın ulamsal özelliği öbeğin türünü belirlemeye devam etmektedir. Bu durumu, başların ulamsal özelliklerini öbeklere yansıttıklarını söyleyerek açıklayabiliriz. Bir başın özelliklerini yansıtabileceği en büyük alan öbek olduğu için de, buna **büyükçül yansıma** (maximal projection) adı verilmektedir.
```mermaid
graph TD
AÖ --> SÖ
AÖ --> at
SÖ --> hızlı
subgraph AÖ
subgraph büyükçül yansıma
SÖ
at[at [+ad]]
end
end
subgraph hızlı [+sıfat]
hızlı
end
Bu doğrultuda eklenmesi gereken bir diğer şey de, ulamsal özelliğini kendi içinde bulunan baştan almak zorunda olması nedeniyle, öbeğin içmerkezli (endocentric) olduğudur.
1.4.2 Tümleç, Gösterici ve Eklenti
Yukarıda, başların ulamsal özelliklerini yansıtarak öbek kurduğunu ve her öbekte mutlaka ve en az bir başın bulunması gerektiğini belirttik. Dolayısıyla, dilbilgisinde öbeklerin bu durumunu belirleyen bir kural olmalıdır. Farklı öbek türleri açısından bu kural aşağıdaki gibidir:
(29) AÖ → (XÖ) A SÖ → (XÖ) S EÖ → (XÖ) E BÖ → (XÖ) B İÖ→ AÖ İ
Bu türden kurallar yeniden yazma kuralları (re-writing rules) olarak adlandırılmaktadır. Bu kurallar (29)‘da AÖ, SÖ, EÖ, BÖ, İÖ türlerindeki sözdizimsel ulamların (syntactic category) nasıl oluşturulacağını belirlemektedir. Buna göre, Türkçe için, bir AÖ en az bir A, bir SÖ en az bir S, bir EÖ en az bir E, bir BÖ en az bir B ve bir İÖ de en az bir İ ve bir AÖ’den oluşmalıdır. Bu kurallardaki XÖ, parantez içindeki öbeğin herhangi bir sözdizimsel ulam olabileceğini gösterir. Örneğin, “(XÖ) A” dizilişindeki XÖ bir SÖ, bir AÖ ya da bir İÖ olabilir; bu öbeğin parantez içinde gösterilmesi de seçimlik olduğu anlamına gelmektedir:
(30) AÖ → (XÖ) A a. [AÖ elbise[+A]] b. [AÖ [SÖ kırmızı[+S]] elbise[+A]] c. [AÖ [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]] d. [AÖ [İÖ [dağ[+A]] gibi[+İ]] bulaşık[+A]]
(29)‘da gördüğümüz gibi, öbek yapı kuralları AÖ, SÖ, EÖ ve BÖ için benzer bir kurulum belirlemektedir. Ancak, kural, Türkçe için İÖ’lerde İ’nin tek başına bulunamayacağını, mutlaka bir AÖ ile birlikte bulunması gerektiğini söylemektedir. Diğer bir deyişle, Türkçede ilgeçler geçişlidir:
(31) İÖ→ AÖ İ a. *[İÖ kadar[+İ]] b. [İÖ [AÖ eve[+A]] kadar[+İ]] c. [İÖ [AÖ dağ[+A]] gibi[+İ]]
Bu örnekler, öbeklerde başların zorunlu olduğunu, ancak bir öbeğin baş dışında birimler de içerebileceğini, ya da İÖ bağlamında zorunlu olarak içermesi gerektiğini, göstermektedir. Bununla birlikte, biliyoruz ki, bir öbekte başın yanında bulunabilecek birimin türü gerçekte bütünüyle özgür değildir. Örneğin, yukarıda söylediğimiz gibi, bir baş adın yanında yalnızca bir sıfat, bir ad ya da bir ilgeç bulunabilir. Öyleyse, (30)‘daki AÖ kuralındaki XÖ ya bir SÖ ya bir AÖ ya da bir İÖ olabilir:
(32) AÖ → (XÖ) A a. [AÖ [SÖ kırmızı[+S]] elbise[+A]] b. [AÖ [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]] c. [AÖ [İÖ [AÖ dağ[+A]] gibi[+İ]] bulaşık[+A]] d. *[AÖ [BÖ çabuk[+B]] araba[+A]] e. *[AÖ [EÖ gelmek[+E]] sınıf[+A]]
Yine biliyoruz ki, bir adın önüne aynı zamanda bu üç öbek de gelebilir (bkz. (33)). Ancak bir adın bir SÖ ya da İÖ ile olan birlikteliğinde bu birimlerin sıralaması, sağdan sola önce AÖ’nün sonra da SÖ (bkz. (34a-a’)) veya İÖ’nün (bkz. (34b-b’)) gelebileceği biçimde bir kısıtlılık içermektedir. Buna karşın, adın önündeki SÖ ve İÖ’nün kendi aralarındaki sıralanması özgürdür (krş. (33)-(35))‘. Ayrıca, baş adın önüne birden fazla SÖ ve/veya İÖ gelebilirken, bu konumda yalnızca tek bir AÖ’ye izin verilir (bkz. (36).
(33) [AÖ [İÖ [AÖ dağ[+A]] gibi[+İ]] [SÖ büyük[+S]] [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]]
(34) a. [AÖ [SÖ büyük[+S]] [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]] a’. *[AÖ [AÖ bahçe[+A]] [SÖ büyük[+S]] kapısı[+A]] b. [AÖ [İÖ [AÖ dağ[+A]] gibi[+İ]] [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]] b’. *[AÖ [AÖ bahçe[+A]] [İÖ [AÖ dağ[+A]] gibi[+İ]] kapısı[+A]]
(35) [AÖ [SÖ büyük[+S]] [İÖ [AÖ dağ[+A]] gibi[+İ]] [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]] (36) a. [AÖ [SÖ büyük[+S]] [SÖ uzun[+S]] [SÖ eski[+S]] kapı[+A]] b. [AÖ [İÖ [AÖ duvar[+A]] gibi[+İ]] [İÖ [AÖ dağ[+A]] gibi[+İ]] kapı[+A]] c. *[AÖ [AÖ ev[+A]] [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]]
Bu kısıtlılıklar, baş adın, önüne gelen birimlerle farklı yapısal ilişkiler kurduğunu sezdirmektedir. Öncelikle, baş adın önüne gelen sıfat ve ilgeçler yinelenebilir ve yerleri değiştirilebilirken, bir baş adın önüne yalnızca tek bir AÖ getirilebilir. Bu, baş adın sıfat ve ilgeçlerle kurduğu ilişkinin aynı türden olduğunu, AÖ’lerle ise farklı bir yapısal ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Bunun en açık kanıtlarından biri de, baş adın aldığı iyelik eki -(s)I’nın yalnızca bir ad ile birlikteyken açığa çıkabilmesidir²:
(37) a. geniş kapı(-sı) b. dağ gibi kapı(-sı) c. bahçe kapı*(-sı)
Baş adın birden fazla SÖ ve/veya İÖ ile birlikte bulunabilirken, yalnızca tek bir AÖ ile birleşme potansiyelinin olması ve ayrıca bu AÖ’nün ((34)’te görüldüğü gibi) baş ada en yakın konumda olmak zorunda olması, yapısal bir kısıtlılıktan kaynaklanır gibi görünmektedir. Bu, baş adın ‘hemen önünde’ yalnızca tek bir birim için yer olduğu söylenerek açıklanabilir. Bu birimin yalnızca bir AÖ olabileceği gerçeği ise, baş adın bu konumda bulunacak birimin türünü seçtiği anlamına gelmektedir. Üretici dilbilgisinde bu işleme u(lamsal)-seçme (c(ategory)-selection) adı verilir. Baş ad tarafından u-seçilen (ya da, genellikle denildiği gibi, yalnızca ‘seçilen’) AÖ ise tümleç (complement) olarak adlandırılır. Bir tümleç ile bir başın birleşmesi yeni bir anlama işaret eder. Örneğin (33)-(36)’daki örneklerde, kapı genel olarak tüm kapıları anlatırken bahçe kapısı birleşimi kapının türünü sınırlandırmaktadır. Baş adın önündeki AÖ’yle ilgili yinelenme kısıtlılığını da bu ‘tür’ sınırlamasına dayandırmak akla yakın olacaktır. Yani, örneğin bir kapı uzun, geniş vb. olmak gibi birden fazla niteliğe sahip olabilirken, aynı anda birden fazla türe ait olamaz. Bu nedenle, ev bahçe kapısı gibi bir adlandırma, kapının aynı anda hem bir ev kapısı hem de bir bahçe kapısı olduğu anlamına geleceğinden, anlamsal olarak bozuk olacaktır. Sonuç olarak, tümleç AÖ ile baş adın birleşimi, anlamsal olanlar da dahil olmak üzere tüm bu kısıtlılıkları açıklayacak biçimde, yeni bir yapısal durumun oluştuğu biçiminde çözümlenmektedir. Buna göre, oluşan yeni yapı bir X’ (X-bar), (33)-(36) örnekleri açısından söyleyecek olursak, bir A’ ‘dır:
(38)
A' (ara yansıma)
/ \
AÖ A° (baş)
/ \
bahçe[+A] kapısı
(tümleç) (u-seçme)
(38)‘de bir baş adın bir AÖ’yü tümleç olarak seçip onunla birleşmesinin kendi kurduğu adöbeği içinde yapısal bir değişikliğe neden olduğunu görüyoruz. (38)‘de A’ ile ifade edilen öbek yapıdaki bu değişiklik ara yansıma (intermediate projection) adı verilen bir yansıma düzleminin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu düzleme ara yansıma adı verilmesinin nedeni, bu aşamada öbek kurulumunun henüz tamamlanmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Yani, baş ad, öbeğin sıfır noktasında bulunmakta (bu nedenle başlar ° ‘sıfır’ imi ile işaretlenmektedir), seçtiği tümleç ile birleşmesi sonucunda yapı bir aşama (ya da teknik deyişle ‘bar’; ’ imi ile işaretlenir) ilerlemekte (ya da ‘yükselmekte’), ama öbek henüz tamamlanmış sayılmamaktadır. Bunun nedeni, anlamca öbeğin hala genişleme potansiyeli taşıyor olmasıdır. Örneğin, (38)‘deki bahçe kapısı ara yansıması (39)‘da görüldüğü gibi bir belirleyici ya da (40)’taki gibi bir tamlayan AÖ ile daha özgül olarak nitelenebilir:
(39) a. [AÖ bir[+Bel] [A’ [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]]] b. [AÖ hangi[+Bel] [A’ [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]]] c. [AÖ o[+Bel] [A’ [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]]] (40) [AÖ [AÖ evin[+A]] [A’ [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]]]
Dikkat edileceği gibi, (39)‘daki belirleyiciler de (40)‘taki tamlayan AÖ de A’ ara yansımasının ([A’ bahçe kapısı]) tamamını nitelemektedir. Örneğin, (39a) ‘bir bahçenin kapısı’ değil ‘herhangi bir bahçe kapısı’ anlamındadır. Benzer biçimde, (39b) ‘hangi bahçenin kapısı’ değil, ‘bahçe kapılarından hangisi’, (39c) ‘o bahçenin kapısı’ değil, ‘o’ belirleyicisi ile işaret edilen bahçe kapısı anlamına gelmektedir. (40)‘taki anlam ilişkisi ise zaten açıktır: belirli bir evin bahçe kapısı. Yani, bu birimler yüzeyde bahçe niteleyici AÖ’sünün önünde görünseler de gerçekte bahçe kapısı bileşiminin tamamını nitelemektedirler. Bu durumu yeniden yazma kuralları ile ifade edecek olursak, AÖ yapısının bir XÖ’nün (yani, yukarıda belirttiğimiz gibi, bir BelÖ ya da başka bir AÖ’nün) A’ ara yansıma düzlemi ile seçimlik olarak birleşmesi sonucu oluştuğunu göstermemiz gerekir. A’ yapısı da, bir AÖ’nün yine seçimlik olarak A ile birleşmesinden oluşmaktadır:
(41) AÖ → (XÖ) A’ A’ → (AÖ) A
(41)’deki yeniden yazma kurallarının işaret ettiği öbek yapıyı (42)‘deki gibi bir ağaç çizelgesi üzerinde göstermek, yapısal ilişkileri sergilemek açısından daha açıklayıcı olacaktır. Dikkat edilebileceği gibi, (42), (38)’deki öbek yapının genişletilmesiyle elde edilen bir AÖ yapısıdır. Bu yapıda, A’ ile birleşen yeni eklediğimiz öbek, gösterici (specifier) olarak adlandırılır.
(42)
AÖ
/ \
(gösterici) A' (ara yansıma)
/ | \
AÖ AÖ A° (baş)
evin[+A] bahçe[+A] kapısı
(tümleç) (u-seçme)
```(42), bitmiş, tam bir öbek yapının nasıl göründüğünü göstermektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu yapıdaki birimler birbirleriyle çizgisel olarak değil, aşamalı (hiyerarşik) olarak ilişkilendiklerinden buna **aşamalı-X yapısı** adı verilir. Bu yapı aslında tüm öbekler için geçerli olduğundan bunu aşağıdaki gibi genel bir biçimde ifade edebiliriz:
(43)```
XÖ
/ \
(gösterici) X'
/ \
(tümleç) X° (baş)
Bir aşamalı-X yapısında baş, gerek tümleç gerekse gösterici ilişkilerini yalnızca bir kez kurabilir. Yani, her başın tek bir tümleci ve tek bir göstericisi bulunabilir.³ Bu anlamda, bu ilişkileri içeren yeniden yazma kuralları döngüsel değildir. (36c) örneğini anımsayacak olursak, AÖ yapısında yalnızca tek bir tümlecin bulunabileceğini görürüz:
(44) *[AÖ [AÖ ev[+A]] [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]] (= (36c))
Aşağıdaki örnekler bu durumun gösterici açısından da aynı olduğunu açığa çıkarmaktadır: (45) a. [AÖ [BelÖ hangi[+Bel]] [A’ [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]]] b. [AÖ [BelÖ bir[+Bel]] [A’ [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]]] c. *[AÖ [BelÖ hangi[+Bel]] [BelÖ bir[+Bel]] [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]] d. *[AÖ [BelÖ bir[+Bel]] [BelÖ hangi[+Bel]] [AÖ bahçe[+A]] kapısı[+A]]
Ancak, (36a)‘nın AÖ yapısı içinde bulunan bazı birimlerin yinelenebileceğini gösterdiğini anımsayalım:
(46) [AÖ [SÖ büyük[+S]] [SÖ uzun[+S]] [SÖ eski[+S]] kapı[+A]] (= (36a))
Öyleyse, bir öbek yapıda başın diğer birimlerle kurduğu yinelenebilir ilişkiler için de yapısal bir açıklamamız olmalıdır. Aşamalı-X kuramında bu tür birimlerin X’ ya da XÖ yansımalarına yeni bir aşama kaydettirmeyecek biçimde eklendiği kabul edilmekte ve bunlara eklenti (adjunct) adı verilmektedir. (47)a-b örneklerinde her iki tür eklenti de görülmektedir: (47) a. (SÖ, AÖ’ye eklenti) b. (SÖ, A’ya eklenti)
Türkçede Öbekler
1. Sıfat Öbeği
Bir önceki bölümde sözünü ettiğimiz yeniden yazma kurallarına göre bir sıfat öbeğinde yalnızca baş sıfatın bulunabileceğini, bununla birlikte SÖ’nün seçimlik olarak başka bir öbeği de barındırabileceğini anımsayalım:
(1) SÖ → (XÖ) S
Bir sıfatın tek başına öbek kurması durumunda SÖ’nün yapısı (2)‘de görüldüğü gibi bir tümleç ve/veya gösterici konumu içermez: (2)
SÖ
|
S'
|
S
ilginç (bir haber)
(1)‘deki yeniden yazma kuralında (XÖ)‘nün niteliğinin ne olabileceğine baktığımızdaysa, bunun Türkçede ya bir BÖ ya da bir İÖ olabileceğini görürüz. Yani Türkçede sıfatlar bir belirteç ya da bir ilgeçle nitelenebilmektedir:
(3) a. [BÖ çok] [SÖ ilginç] b. [BÖ epey] [SÖ tuzlu] c. [İÖ buz gibi] [SÖ soğuk] d. [İÖ keçi gibi] [SÖ inatçı]
Buradaki soru, bir sıfatı niteleyen BÖ ve İÖ’lerin SÖ içindeki yapısal konumlarının ne olduğudur. Biraz daha yakından bakarsak, her ikisi de niteleme işlevinde olmasına karşın, bunların SÖ içinde baş sıfatla farklı yapısal ilişkiler kurduğunu, bir sıfatı ancak tek bir BÖ niteleyebilirken, İÖ’lerin yinelenebileceğini görebiliriz ((4a-b) her iki BÖ’nün de sıfatı ayrı ayrı nitelemesi durumunda bozuk, ilk BÖ’nün ikinci BÖ’yü nitelemesi durumunda ise düzgündür. Bu örneklerde, birinci durumu temel alan anlam ilişkisi hedeflenmektedir):
(4) a. *[BÖ çok] [BÖ fazla] [SÖ ilginç] b. *[BÖ biraz] [BÖ çok] [SÖ tuzlu] c. [İÖ buz gibi], [İÖ kara kış gibi] [SÖ soğuk] (bir akşam) d. [İÖ herkes gibi], [İÖ tüm insanlar gibi] [SÖ ölümlü] (bir insan)
Daha önce de belirttiğimiz gibi, bir öbeğin (4c-d)‘de olduğu gibi yinelenebilmesi, eklenti konumunda bulunduğuna ilişkin ipucu vermektedir. Diğer bir ipucu da, yinelenen öbeklerin kendi aralarındaki sıralamanın özgür oluşudur.
(5) a. *[BÖ fazla] [BÖ çok] [SÖ ilginç] b. *[BÖ çok] [BÖ biraz] [SÖ tuzlu] c. [İÖ kara kış gibi], [İÖ buz gibi] [SÖ soğuk] (bir akşam) d. [İÖ tüm insanlar gibi], [İÖ herkes gibi] [SÖ ölümlü] (bir insan)
(5a-d) örneklerinde görüldüğü gibi, (4a-d) örneklerindeki öbeklerin sıralamasının değişmesi ilgili yapıların dilbilgiselliğine olumlu ya da olumsuz herhangi bir şekilde etkide bulunmaz. Dolayısıyla, yineleme ve yer değiştirmeye dayalı bu iki test BÖ’lerin baş sıfatla daha yapısal bir ilişki içinde olduğunu, İÖ’lerin ise SÖ içerisinde eklenti konumunda bulunduğunu sezdirmektedir. İlgeç ve belirteç öbeklerinin SÖ içindeki konumlarının sırasıyla (6a) ve (6b)‘deki gibi olduğunu söyleyebiliriz (SÖ’lerin bir gösterici konumu içermediğine dikkat ediniz): (6) a. (İÖ, SÖ’de eklenti konumu) b. (BÖ, SÖ’de tümleç konumu)
Sıfatların AÖ içindeki konumlarına gelince, bir önceki bölümde de gördüğümüz gibi, bu birimler AÖ yapısı içinde eklenti konumundadırlar ve gerek A’ ara yansıma düzlemine gerekse AÖ büyükçül yansımasına eklenebilirler: (7) a. (SÖ, AÖ’ye eklenti) b. (SÖ, A’ya eklenti)
2. Belirteç Öbeği
SÖ’ler gibi, BÖ’ler de yalnızca öbeğin başından oluşabilir ya da baş, belirtecin yanında seçimlik olarak başka bir öbeği barındırabilir:
(8) BÖ → (XÖ) B
(9a)‘da BÖ’nün yalnızca baş belirteci içerdiği, (9b)‘de ise başka bir BÖ’nün baş belirteci nitelediği BÖ yapılarını görüyoruz:
(9) a. (BÖ sadece baş’tan oluşur) b. (BÖ, başka bir BÖ’yü tümleç olarak alır)
Bir belirteci niteleyen diğer belirtecin BÖ içindeki yerinin (9b)‘de gördüğümüz gibi BÖ’nün tümleç konumu olduğunu söyleyebiliriz. Bir öbeğe birden fazla eklentinin yapılabileceği anımsanırsa, bir belirtecin (10)‘da örneklendiği gibi ancak tek bir belirteçle nitelenebilmesi, bu doğrultudaki temel dilsel tanıtlamayı sunmaktadır:
(10) a. */?? [BÖ [BÖ oldukça] [BÖ çok] fazla] b. */?? [BÖ [BÖ pek] [BÖ az] çabuk]
Bilindiği gibi, sıfatları ve diğer belirteçleri de nitelemekle birlikte, belirteçlerin temel işlevlerinden biri eylemleri nitelemektir. Eylemler birden fazla BÖ tarafından nitelenebildiği ve bu BÖ’ler yer değiştirebildiği için, bir BÖ’nün EÖ içindeki yeri eklenti konumudur:
(11) a. [EÖ [BÖ hemen] [EÖ [BÖ hızlıca] [EÖ kitaba göz at-]]] b. [EÖ [BÖ hızlıca] [EÖ [BÖ hemen] [EÖ kitaba göz at-]]] c. [EÖ [BÖ birden] [EÖ [BÖ sinsice] [EÖ gül-]]] d. [EÖ [BÖ sinsice] [EÖ [BÖ birden] [EÖ görüş-]]]
(12) a. (BÖ, EÖ’ye eklenti) b. (Birden fazla BÖ, EÖ’ye eklenti)
NOT: SIFIR TÜRETİM Sıfatların ad ya da belirteç, belirteçlerin de sıfat gibi kullanılması gibi durumlar kuramsal olarak sıfır türetim (zero derivation) kavramıyla açıklanmaktadır:
[SÖ güzel] > sıfır türetim > [AÖ güzel]-ler [SÖ güzel] > sıfır türetim > [BÖ güzel] konuş-
[BÖ iyi] > sıfır türetim > [SÖ iyi] yazarlar
[AÖ bu yıl] > sıfır türetim > [BÖ bu yıl]
3. İlgeç Öbeği
Türkçede İÖ’ler zorunlu olarak bir AÖ seçmektedir:
(13) İÖ → AÖ İ
İlgeçlerin, birlikte bulunacakları birimin ulamını seçmesi, yani mutlaka bir AÖ ile kullanılmak zorunda olmaları, AÖ’lerin baş ilgecin tümleç konumunu doldurduğunu göstermektedir. Sıfat ve belirteç öbeklerinde olduğu gibi, bu öbeklerin de Gös konumu boştur:
(14) (İÖ’nün yapısı: AÖ tümleçtir)
İÖ’ler, yukarıda gördüğümüz gibi sıfat öbeklerine eklenebildiği gibi (bkz. (6a)), ad ya da eylem öbeklerinin eklenti konumlarında da bulunabilmektedir.
(15) a. (İÖ, AÖ’ye eklenti) b. (İÖ, EÖ’ye eklenti)
4. Eylem Öbeği
Bilindiği gibi, eylemler geçişli, çift geçişli ya da geçişsiz olabilmekte, dolayısıyla tek başlarına kullanılabildikleri gibi, bir ya da iki AÖ de gerektirebilmektedirler. Bu doğrultuda, EÖ ile ilgili yeniden yazma kurallarını aşağıdaki şekilde gösterebiliriz:
(16) a. EÖ → E (geçişsiz eylem) b. EÖ → AÖ E (geçişli eylem) c. EÖ → AÖ AÖ E (çift geçişli eylem)
Diğer sözlüksel ulamlardan farklı olarak, eylemlerin bir anlam yapısı bulunmaktadır. Eylemlerin geçişlilik ile ilgili özelliklerini de bu anlam yapısı belirler. Örneğin, oku- eylemi edici (‘okuyan’) ve konu (‘okunan’) anlamsal rollerine sahip iki AÖ gerektirirken, bırak- eylemi edici (‘bırakan’), konu (‘bırakılan şey’) ve yer (‘bırakılan yer’) rollerini taşıyan üç AÖ ile kullanılmak zorundadır. Geçişsiz bir eylem olan uyu-, ise yalnızca edici (‘uyuyan’) rolündeki bir AÖ gerektirir.
İçerdikleri kurucular açısından bakılacak olursa, farklı geçişlilik niteliklerine sahip bu eylem türlerini birbirinden ayıran en temel özellik, edici dışındaki rolleri taşıyan kaç tane AÖ ile birlikte kullanılmaları gerektiğidir çünkü her biri ayrı ayrı bir edici AÖ’yü zorunlu olarak gerektirir. Öyleyse, eylemin geçişlilik açısından türü ne olursa olsun tümcede bir edici olması gerektiğinden, edici rolünü taşıyan AÖ’nün eylemin dışsal üyesi (external argument), diğerlerinin ise içsel üyeleri (internal argument) olduğunu söyleyebiliriz.
(17)
a. çift geçişli eylem (Ali Ayşe'ye hediye verdi)
b. tek geçişli eylem (Ali kitap okuyor)
c. geçişsiz eylem (Ali uyuyor)
Eylemlerin aldıkları üyelerin sayısı ve bunların anlamsal özellikleri, sözlükçede bulunan ve alt-ulamlama kuralları (ya da yankategorileme kuralları) (sub-categorization rules) adı verilen kurallarla belirlenmiş durumdadır. Dolayısıyla, eylemlerin sözdizimdeki üye yapıları aslında sözlükçede belirlenmiş olan alt-ulamlama bilgilerini yansıtmaktadır.
(18) a. uyu- E → (AÖ [+canlı]) b. oku- E → (AÖ [+canlı]) AÖ [-canlı, +okunabilir] (geçişli eylem) c. ver- E → (AÖ [+canlı]) AÖ [+canlı] AÖ [±canlı, +somut] (çift geçişli eylem)
Bununla birlikte, (18)‘de görülen alt-ulamlama bilgileri aslında fazlalık içermektedir. Her tümcenin bir özne içermesi dilbilgisel bir zorunluluktur ve bu nedenle bu dilbilgisel rolü oynayan dışsal üyeler ((18)‘deki örneklerdeki ilk AÖ’ler) eyleme ilişkin sözlüksel bir bilgi olmaktan çok (yani, eylemin sözlükçede içerdiği bir bilgi olmaktansa) sözdizimsel yapı tarafından gerektirilen kuruculardır. Dolayısıyla, (19)‘da gördüğümüz gibi, dışsal üyelere eylemlerin alt-ulamlama bilgileri içinde yer verilmemesi sözdizimsel yapılarını etkilemeyecektir. Dikkat edileceği gibi, dışsal üyenin sözdizimde EÖ’nün üzerindeki eÖ kabuğu (vP-shell) tarafından içerilmesi (bkz. (17a-c)), bu AÖ’nün eylemle olan anlamsal ilişkisini (yani eylemin edicisi olduğu bilgisini) sözdizimde de koruduğunu göstermektedir.
(19) a. uyu- E → ____ b. oku- E → AÖ [-canlı, +okunabilir] ____ (geçişli eylem) c. ver- E → AÖ [+canlı] AÖ [±canlı, +somut] ____ (çift geçişli eylem)
Gerçekte, sözdizimdeki alt-ulamlama bilgisi eylemlerle sınırlı değildir. Bu, aşağıdaki örneklerde de gösterildiği gibi, diğer sözcük türlerinin de sözlükçede sahip olması gereken bir bilgidir.
(20) a. gibi İ → AÖ ____ (ör. ‘dağ gibi’) b. kırmızı S → AÖ ____ (ör. ‘kırmızı hat’) c. çok B → EÖ ____ (ör. ‘çok konuş-’) B → SÖ ____ (ör. ‘çok güzel’) B → BÖ ____ (ör. ‘çok çabuk’) B → BÖ ____ (ör. ‘pek çok’) d. kalem A → ____
İşlevsel Ulamlar
Betimsel bir içeriğe sahip olan sözlüksel ulamların (AÖ, SÖ, BÖ, İÖ, EÖ) tersine, işlevsel ulamlar tümüyle dilbilgisel anlam taşır. Bu birimlerin sözdizimdeki görevi, çok genel olarak söylenecek olursa, çekim (zaman), uyum (kişi, sayı vb.), durum, olumsuzluk, soru vb. gibi dilbilgisel olgularla ilgili işlemleri gerçekleştirmektir. Sözlüksel içeriğin dilbilgiselleştirilmesini sağlayan birimler olduklarından, işlevsel ulamların sözdizimsel kuruluşta birincil öneme sahip olduğu söylenebilir. Dile göre farklılık gösterse de, işlevsel ulamların çoğu zaman bağımlı biçimbirimler şeklinde gerçekleştiği, kimi zaman da herhangi bir sesbilimsel içeriğe sahip olmadıkları, yani sıfır biçimbirimden oluştukları görülür.
İşlevsel ulamların tipik örnekleri eÖ (küçük eylem öbeği), ZÖ (zaman öbeği), TümÖ (tümleyici öbeği), BelÖ (belirleyici öbeği) gibi ulamlardır. Bununla birlikte, alanyazında SayıÖ (sayı öbeği), DurÖ (durum öbeği), &Ö (& öbeği), OlmÖ (olumsuzluk öbeği), GörÖ (görünüş öbeği), KipÖ (kip öbeği), ÇekÖ (çekim öbeği), GüçÖ (güç öbeği), OdÖ (odak öbeği), KonuÖ (konu öbeği) vb. gibi çok sayıda işlevsel ulam önerilmiştir. Bu bölümde, bunlardan en yaygın olarak kabul edilenler üzerinde duracağız.
1. eÖ (eylem Öbeği)
Bir önceki bölümde öznelerin sözlüksel eylemin (E) dışsal üyesi olduğundan söz etmiş ve bunların eÖ’nün Gös konumunda üretildiğini göstermiş, ancak sözdizimsel yapıda bağımsız bir öbek yansıması olarak eÖ’nün varlığını doğrulayan kanıtlardan söz etmemiştik. Orada eksik bıraktığımız tartışmayı bu bölümde tamamlayalım.
Öbeklerin baş, tümleç ve gösterici konumlarını içerdiğini ve bu konumlarda yalnızca birer birimin bulunmasına izin verildiğini anımsayalım. Bu öbek yapı kuruluşu, ikilik ilkesi (binary principle) adı verilen ve bir budağın en fazla iki birimin birleştirilmesiyle oluşturulmasını kurala bağlayan ilkeyle doğrudan bağlantılıdır. Ancak, alanyazında İngilizcedeki çift geçişli eylemlerin ikilik ilkesini bozduğu gözlemlenmiştir:
(1) Travis will give Betsy the receipts. (Santorini and Kroch, 2007; böl. 7, ör. 1)
(1)‘deki give ‘ver-’ eylemi üç anlamsal üyeyle kuruluyor gibi görünmektedir: edici (Travis), alıcı/yararlanıcı (Betsy), konu (the receipts). Dahası, İngilizcede göstericilerin solda, tümleçlerinse sağda olduğu düşünüldüğünde, alıcı/yararlanıcı ve konu üyelerinin her ikisi de give eyleminin tümleci gibi durmaktadır ve bu açıkça ikilik ilkesine aykırıdır.
(2) Travis will [EÖ give [E’ Betsy [E’ the receipts]]] ‘Travis Betst’ye makbuzları verecek.’
(3)
EÖ
|
E'
/|\
E AÖ AÖ
give Betsy the receipts
Bu sorunu çözmek üzere, Larson (1988) ile başlayan çalışmalarda give gibi çift geçişli eylemlerin anlamsal olarak ikiye bölünebileceği, yani bunların aslında iki ayrı eylemden oluştuğu önerisi yapılmıştır. Bunlardan biri soyut, ettirgen (causative) bir eylem, diğeri de eylemin sözlüksel anlamıyla bağlantılı başka bir eylemdir. Bu doğrultuda, örneğin give eylemi aslında (bir hafif eylem (light verb) olan) ETT(irgen) ve AL- eylemlerinin birleşiminden oluşmakta (give = CAUSE + GET), böylece Travis will cause Betsy to get the receipts ‘Travis Betsy’nin makbuzları almasını sağlayacak’ gibi bir tümcesel anlam yansıtılmaktadır. Ancak, burada give şeklinde sesletilen herhangi bir eylem yoktur. Bu sorun da, GET eyleminin baş-taşıma (head movement) işlemi ile ETT soyut eylemine eklenmesiyle oluşan karmaşık eylemin sesbilimsel olarak give biçiminde gerçekleştiği iddia edilerek çözümlenmektedir. (4)
EÖ
|
EÖ (EÖ-kabuğu / VP-shell)
/ \
E° E'
ETT / \
Betsy E'
/ \
E° AÖ
GET the receipts
(GET + ETT = give)
(4)‘teki ağaçta daha üstteki EÖ, alanyazında EÖ-kabuğu (VP-shell) olarak adlandırılmaktadır. Bu öneriye göre, İngilizcede çift geçişli diğer eylemlerin türetimi de benzerdir. Bazı örneklere bakalım:
(5) feed = CAUSE + EAT (cause to eat) lend = CAUSE + GET (cause to get (temporarily)) show = CAUSE + SEE (cause to see) learn = CAUSE + TEACH (cause to learn)
EÖ-kabuğu çözümlemesini destekleyen bir başka kanıt da Japonca, Hiaki ve Malgaşça gibi dillerde görülen, eylem köküne eklenerek eylemin kılıcısını (agent) imleyen ya da kökü bütüncül bir eylem durumuna getiren eklerin varlığıdır:
(6) a. Keiko-wa pizza-o ag-e-ta. (Japonca) ‘Keiko pizzayı kabarttı.’ b. Huan u’usit-ta ee-tu-ak. (Hiaki) ‘Huan çocuğa sataştı.’ c. M-an-sasa ny lamba amyn ni savony Rasoa. (Malgaşça) ‘Rasoa giysileri sabunla yıkadı.’ (Carney, 2012, s. 414)
(6)‘daki örnekler, kimi dillerde kılıcı konusal rolünün eylem üzerinde bir ek ile ifade edildiğini göstermektedir. Kratzer (1996) kılıcı rolünün sözlüksel eylem değil, hafif eylem tarafından yüklendiğini ileri sürer. Bu açıdan bakıldığında, (6)‘daki örneklerde gördüğümüz ekler (4)’teki ağaç çizimindeki ETT hafif eylemiyle paraleldir. Bu anlamda, bu eklerin etken çatıyı imlediği de söylenebilir.
Chomsky (1995), yukarıdaki İngilizce örneklerde soyut olarak bulunan, (6)‘daki örneklerdeyse bir ek biçiminde gerçekleşen bu hafif eylemi “e” olarak adlandırmıştır (“e” genellikle küçük e (little v) olarak sesletilmektedir). Bu soyut eylemin işlevi kılıcı rolünü yüklemek olduğundan, bunun yalnızca çift geçişli eylemlere ya da yalnızca Japonca gibi dillerdeki (6)‘daki türden yapılara özgü olarak bulunduğunu düşünmek yerine, tüm kılıcı öznelerin bu konumda üretildiği genellemesini yapabiliriz. Böylece, EÖ-kabuğu çözümlemesini küçük e başının EÖ’yü tümleç olarak seçtiği, Gös konumunda da kılıcı rolünü yüklediği bir AÖ barındıran işlevsel bir öbek, yani “eÖ” olarak güncellersek, aşağıdaki ağaç çizimine ulaşırız: (7) Travis will give Betsy the receipts. (= Travis will cause Betsy to get the reciepts.)
eÖ
/ \
Travis e'
/ \
e° EÖ
give / \
(GET+ETT) Betsy E'
/ \
E° AÖ
GET the receipts
(E° → e° kısa eylem taşıması)
Böylece, bir önceki bölümde söz ettiğimiz gibi, öznelerin neden sözlüksel eylemin dışsal üyesi olarak Gös,eÖ konumunda üretildiğini de açıklamış oluyoruz. Kısaca yineleyecek olursak, bunun nedeni kılıcı/edici rolünün sözlüksel eylem tarafından değil, onun üstündeki başka bir baş tarafından yükleniyor olmasıdır. Bu baş, yukarıdaki tartışmaların da gösterdiği gibi, e olarak adlandırılan ve evrensel olarak EÖ’yü tümleci olarak seçen işlevsel nitelikli bir baştır.
Eğer eº kılıcı/edici rolünü yükleme işlevi taşıyorsa, bu anlamsal role sahip olmayan özne AÖ’lerinin Gös, eÖ konumunda üretilmemesi gerekir. Aşağıdaki örnekler bunu doğrular niteliktedir:
(8) a. Gemi battı. b. Dalgalar gemiyi bat-ır-dı.
(8)a’da geçişsiz bat- eyleminin öznesi konumunda bulunan gemi AÖ’sünün kılıcı/edici rolünde olmadığı açıktır çünkü gemi batma eylemini bilinçli bir biçimde başlatan değil, bu eylemden ‘etkilenen’ konumundadır. Öznesi etkilenen (ya da kimi durumlarda ‘konu’) rolü taşıyan bu tür eylemler ayrık geçişsiz (unaccusative) eylemler olarak adlandırılır. Ayrık geçişsizlere aşağıdaki tümcelerin eylemleri de örnek olarak verilebilir:
(9) a. Kağıtlar masadan düştü. b. Top duvara çarptı. c. Mektup geldi/ulaştı. d. Duvardan aşağıya çamurlu bir su aktı. e. Adam öldü.
(8)a-b örneklerine dönersek, gemi AÖ’sü (8)b’deki ettirgen bat-ir- eyleminin nesnesi konumunda sahip olduğu ‘etkilenen’ rolünü (8)a’da da aynen taşır.¹ Bu AÖ’nün, her iki tümcede de, etkilenen rolündeki AÖ’lerin bulunduğu EÖ’nün tümleç konumunda üretildiğini söylersek, birinde özne, diğerinde nesne işlevinde olmasına karşın her iki tümcede de aynı anlamsal rolü taşımasını açıklamış oluruz.
eÖ’nün Gös konumu kılıcı/edici üyelere ait olduğuna göre, (8)b’de dalgalar AÖ’sünün kılıcı üye olarak bu konumu doldurduğunu düşünebiliriz. (8)b’de bu kılıcı üyenin bulunmasını sağlayan şey de, açıkça, geçişsiz bat- eylemini geçişlileştiren -(t)Ir ettirgenlik ekidir. Diğer bir deyişle, -(t)Ir eki dalgalar AÖ’sünün özne işlevi taşımasını sağlayan şeydir (Dalgalar AÖ’sünün canlı olmaması nedeniyle kılıcı/edici olamayacağı düşünülebilir; ancak, (9)e’den türetilebilecek “Hırsız adamı öldürdü” ettirgen tümcesindeki hırsız AÖ’sünün de aynı süreci içermesi bu iki AÖ’nün sözdizimsel konumlarının aynı şekilde çözümlenebileceğini göstermektedir). Bunu, daha önce ulaştığımız, eº’nin kılıcı/edici rolünü yükleyen bir baş olduğu bilgisiyle birleştirirsek, bu örnekte eº başının -(t)Ir eki tarafından doldurulduğunu söyleyebiliriz. Ettirgenlik eki, bu anlamda, eº’nin yukarıda İngilizce, Japonca, Hiaki ve Malgaşça örneklerinde gördüğümüz görünümlerinin Türkçedeki karşılığıdır.
Tüm anlatılanları toparlayacak olursak, (8)a ve (8)b örneklerinin sözdizimsel yapısı aşağıdaki ağaçlarda görüldüğü gibidir:
(10) a. Gemi bat-tı.
eÖ
|
e'
|
EÖ
|
E'
/ \
AÖ E°
Gemi bat-
b. Dalgalar gemiyi ba-tır-dı.
eÖ
/ \
AÖ e'
Dalgalar / \
EÖ e°
| -ır-
E'
/ \
AÖ E°
gemiyi bat-
2. ZÖ (Zaman Öbeği)
(10)a-b’deki sözdizim ağaçları şu soruları akla getirmektedir:
- (10)a’da gemi AÖ’sü normalde nesnelerin üretildiği konumda üretildiğine göre, nasıl olup da özne işlevini yüklenmekte ve öznelere yüklenen yalın durumu alabilmektedir?
- Her iki ağaçta da eylemin çekim ekleri açısından tamamlanmamış olduğu, yani alması gereken tüm çekim eklerini almadığı görülmektedir. Bunun nedeni nedir?
(10)a-b’deki ağaçlarda ilgili tümcelerin sözdizimsel yapısının yalnızca bir bölümünü görmekteyiz. Her iki soru da, sözdizimsel yapının tamamlanmasıyla yanıtlanmış olacaktır. Bunun için, e gibi bir işlevsel ulam olan Z(aman) ulamından söz etmemiz gerekir.
Basitçe, Z, zaman bilgisinin sunulduğu işlevsel bir baştır. Örneğin, (11)‘deki tümcede geçmiş zaman eki, (12)‘de gösterildiği gibi, ZÖ’nün başı olarak geçekleşir.
(11) Çocuklar bahçeye çıktı(lar). (12) a. [ZÖ Çocuklar [eÖ çocuklar [EÖ bahçeye çık-] -tı(-lar)] b.
ZÖ
/ \
AÖ Z'
Çocuklar / \
eÖ Z°
-tı(-lar)
/ \
AÖ e'
çocuklar |
EÖ
|
bahçeye çık-
(12)‘de dikkatimizi çeken ilginç bir şey de, özne AÖ’sü çocuklar’ın iki kopyasının (copy) bulunması ve alttaki kopyanın silinmiş olduğudur. Alttaki kopyanın varlığını, bir önceki bölümde gördüğümüz gibi, kılıcı/edici öznelerin Gös,eÖ’de üretilme gerekliliklerinden dolayı biliyoruz. Anımsanacağı gibi, bu AÖ’ler Gös,eÖ’de kılıcı/edici rollerini yükleniyorlardı. Aynı şekilde, nesne AÖ’leri de EÖ içindeki konumlarda rol yüklenmekteydi. Bu nedenle, AÖ’lerin sözdizimsel yapıda ilk kez göründükleri (yani birlikte bulundukları yapılarla ‘birleştirildikleri’) bu konumlar rol konumu (role position) olarak adlandırılır. Demek ki, (12)‘deki özne AÖ’sü rol konumu olan Gös,eÖ’de üretilmekte ama bu konumda kalmamakta, daha üstteki bir konuma, Gös,ZÖ konumuna taşınmaktadır. Gerçekte olan, bu AÖ’nün taşınması değil, bir kopyasının Gös,ZÖ’ye birleştirilmesidir ama süreç bir taşıma işlemi gibi görünür (bu nedenle alanyazını izleyerek bu işleme ‘taşıma’ demeye devam edeceğiz). Bu taşıma işlemi sonucunda ise alttaki kopya silinmekte (deletion), yani sadece üstteki kopya sesletilmektedir.
Peki, burada gerçekten de bir taşıma işleminin olduğunu, diğer bir deyişle öznenin eÖ’den daha üstteki bir konumda bulunduğunu nereden biliyoruz? Türkçenin yapısı bu tür bir taşımayı açıkça göstermese de İngilizce bu doğrultuda bir kanıt sunmaktadır. Örneğin, daha önce (7)‘de başka bir nedenle incelediğimiz İngilizce tümceyi alalım:
(13) Travis will give Betsy the receipts.
Bu tümcede Travis edici rolünü taşıdığına göre Gös,eÖ’de üretilmiş olmalıdır ama bu konumda sesletilmediği açıktır, çünkü eğer öyle olsaydı tümce, yanlış bir şekilde, aşağıdaki gibi olmalıydı (Dikkat: (14) bir soru tümcesi olarak düzgündür ama bizim burada ilgilendiğimiz konu, tümcenin (13)‘teki anlamıyla, yani bir bildirme tümcesi olarak düzgün olup olmadığıdır):
(14) *Will Travis give Betsy the receipts.
Öyleyse, düzgün (13) yapısında Travis öznesi yardımcı eylem will’in üzerine bir yere taşınmış olmalıdır. Yardımcı eylem will zaman ulamına ait olduğundan, bu birimin ZÖ’nün başı olduğunu kabul etmek oldukça mantıklı olacaktır. Bu durumda, Travis de (15)’te görüldüğü gibi, ZÖ’nün Gös konumunu dolduruyor olmalıdır:
(15)
ZÖ
/ \
Travis Z'
/ \
Z° eÖ
will / \
Travis e'
/ \
... ...
Özne Travis’in Gös,ZÖ’de bulunduğunu tanıtlayan bir diğer şey de, Z başıyla (yani, Zº ile) kişi ve sayı uyumuna girebilmesidir. Will yardımcı eyleminde bu durum görülemese de, aynı konum sürerlik bildiren ‘is’ ile doldurulduğunda Travis özne AÖ’sünün Z başı ile 3. kişi ve tekil sayı uyumuna girdiği görünür duruma gelmektedir:
(16) a. Travis is giving Betsy the receipts. b. *Travis are giving Betsy the receipts. c. *Travis am giving Betsy the receipts.
Özne AÖ’sünün Gös,ZÖ konumunda bulunmasıyla ilgili diğer bir yapısal olgu da, yalın durum (nominative case) taşıyor olmasıdır. Alanyazında, öznelerin yalın durumlarını evrensel olarak bu konumda, Zº ile girdikleri Gös-baş (Spec-head) ilişkisi ile edindikleri pek çok dilden kanıtlanarak dile getirilmiştir. Türkçe de özne-yüklem uyumu sergileyen bir dil olarak bu kurala uymaktadır. Örneğin, (12)b’deki sözdizimsel yapıda çocuklar öznesinin Zº ile (seçimlik de olsa) aynı şekilde kişi ve sayı uyumuna girdiği görülmektedir. Yukarıda, özne ve nesne AÖ’lerinin sözdizimsel yapıya ilk olarak birleştirildikleri konumların ‘rol konumu’ olarak adlandırıldığını görmüştük. Öyleyse, öznelerle ilgili olarak söylememiz gereken bir diğer şey de, yalın durumlarını rol konumlarında edinmedikleri, durum yüklenmek için Gös,ZÖ’ye taşınmaları gerektiğidir. Bu konum, özneler için durum konumu (case position) olarak da adlandırılır.
Buraya kadar yaptığımız tartışma, edici/kılıcı öznelerin Gös,eÖ’de üretilip Gös,ZÖ’de durum yüklendiklerini ortaya koydu ama ilk başta sorduğumuz sorulardan ilki, yani “Gemi battı” tümcesinde gemi AÖ’sünün edici/kılıcı olmadığı halde nasıl olup da öznelere yüklenen yalın durumu alabildiği ve dolayısıyla özne işlevini taşıyabildiği sorusuna henüz yanıt vermedik. Aslında bu sorunun yanıtı oldukça basittir. Bu durumu açıklayabilmek için tüm yapmamız gereken, (i) evrensel olarak her tümcenin bir öznesi olduğunu anımsamak ve (ii) öznelerin yalnızca kılıcı/edici anlamsal role değil, etkilenen, konu gibi rollere de sahip olabileceğini kabul etmektir. Böylece, edici/kılıcı öznelerle, “Gemi battı” tümcesindeki gemi AÖ’sü gibi etkilenen rolündeki özne AÖ’leri arasındaki tek fark üretildikleri konumların, yani rol konumlarının farklı olmasıdır: edici/kılıcı özneler Gös,eÖ’de üretilirken, ayrık geçişsiz eylemlerin özneleri (yani ‘etkilenen’ rolündeki özneler) Gös,EÖ konumunda üretilmektedir. Ancak, hem edici/kılıcı hem de etkilenen rollerindeki özneler durum yüklenmek için aynı konuma, yani Gös,ZÖ’ye taşınmak/yükselmek (raise) zorundadırlar.
3. TümÖ (Tümleyici Öbeği)
Yukarıda, İngilizce “Travis will give Betsy the receipts” örneğinde (bkz. (17)) Travis özne AÖ’sünün hangi konumda bulunduğunu tartışırken (18)a’daki tümcenin bildirme tümcesi anlamıyla bozuk olduğunu belirtmiş ama (18)b’de görüldüğü gibi soru anlamıyla düzgün olduğunu da not etmiştik:
(17) Travis will give Betsy the receipts. (18) a. *Will Travis give Betsy the receipts. b. Will Travis give Betsy the receipts?
Peki bu iki tümce arasındaki dilbilgisellik farkı nasıl açıklanabilir? Aslında, (17) ve (18)b tümcelerinde sözcüklerin dizilişi ile tümcelerin anlamı arasındaki ilişkiye baktığımızda dilbilgisellik farkını açıklamak da oldukça kolaydır. (17)‘deki bildirme tümcesinde Travis’in Gös,ZÖ’de bulunduğunu ortaya koyduğumuza göre, (18)b’deki soru anlamının üretilmesi için will yardımcı eyleminin Gös,ZÖ’den daha yukarıdaki bir konuma taşınmış olması gerektiği açıktır. Bu konum, Tümleyici Öbeği (TümÖ) (Complementizer Phrase, CP) olarak adlandırılan öbeğin baş konumudur. Yani, ZÖ’nün başı olan will yardımcı eylemi, (19)’daki sözdizim ağacında da görüldüğü gibi, ilgili soru tümcesini üretmek için baştan-başa taşıma (head-to-head movement) olarak adlandırılan bir taşıma işlemiyle TümÖ’nün baş konumuna yükselmektedir.
(19)
TümÖ
/ \
Tüm° ZÖ
Will / \
Travis Z'
/ \
Z° eÖ
will ...
(Will Z°'dan Tüm°'a taşınır)
İngilizcedeki evet/hayır sorularını (yes/no questions) açıklayan bu sözdizimsel yapı, Türkçedeki evet/hayır sorularını da açıklar görünmektedir. Tek fark, Türkçede Tümº konumunun yardımcı eylemle değil, soru eki mi ile doldurulmasıdır:
(20)
TümÖ
/ \
ZÖ Tüm°
/ \ mi
AÖ Z'
Çocuklar ...
TümÖ yalnızca evet/hayır soruları için değil, ne-öbekleriyle (wh-phrase) kurulan ne-soruları (wh-question) için de gerekli olan yapıyı sunmaktadır. Örneğin, Travis will give betsy the receipts tümcesinde dolaylı nesne AÖ’sünün sorulduğu aşağıdaki örneği inceleyelim:
(21) a. Who will Travis give ___ the receipts. ‘Travis makbuzları kime verecek?’ b.
TümÖ
/ \
Who Tüm'
/ \
Tüm° ZÖ
will Travis ...
(who EÖ içinden TümÖ'nün başına taşınır)
(21)b’deki sözdizim ağacında görüldüğü gibi, dolaylı nesnenin yerini tutan ‘who’ ne-sözcüğü TümÖ’nün Gös konumuna taşınmaktadır. İngilizcede bu taşımaya neden gerek duyulduğu sorulabilir. Bunun yanıtı, TümÖ’nün başının (yani Tümº’ün), soru anlamı taşıması nedeniyle, [+wh] özelliğine sahip olmasıdır. Bu nedenle de tümce içinde bu özelliği taşıyan bir birimi kendi yanına çekmektedir.
(22)
TümÖ
/ \
Who[+wh] Tüm'
/ \
Tüm°[+wh] ZÖ
will ...
Tümcenin soru anlamı kazanabilmesi için ne-öbeklerinin evrensel olarak Gös,TümÖ konumuna taşınması gerekli olmakla birlikte, (23)‘te görüldüğü gibi, Türkçe gibi dillerde bu taşımanın zorunlu olmadığı görülmektedir. Bu özellikleri nedeniyle bu tür diller ne-yerinde (wh-in situ) diller olarak adlandırılır.²
(23) a. Travis makbuzları kime verecek? b. Öğrenciler dersten sonra nereye gitti?
İngilizce gibi ne-taşıma (wh-movement) dilleriyle Türkçe gibi ne-yerinde dillerin ortak noktası, her ikisinde de ne-öbeklerinin tümce-başına taşımak zorunda olması, ama ne-yerinde dillerde bu taşımanın sözdizimsel bileşende değil, dilbilgisinin Mantıksal Biçim (Logical Form) adı verilen başka bir bileşeninde, örtük (covert) olarak gerçekleşmesidir. Bu iki dil türü arasındaki ne-öbeklerinin taşınmasına ilişkin farklılık da, Tümº’ün [+ne] ([+wh]) özelliğinin ne-taşıma dillerinde güçlü (strong), ne-yerinde dillerinde ise zayıf (weak) olmasına bağlanmaktadır. Böylece, [+ne] özelliğinin zayıf olduğu dillerde bu özellik, açık taşımaya gerek kalmadan doyurulabilmektedir.
TümÖ’nün varlığı, ayrıca İngilizcedeki that, if, whether vb. gibi tümleyicilere (complementizer) bulunabilecekleri bir konum sunmasıyla da tanıtlanabilir. Aşağıdaki örneklere bakalım:
(24) a. I know that you are a nice person. b. I wonder if you are a nice person. c. I asked whether you are a nice person.
(25)
E'
/ \
E° TümÖ
know/wonder/asked / \
Tüm'
/ \
Tüm° ZÖ
that/if/whether ...
(25)‘teki sözdizim ağacında görüldüğü gibi, İngilizcede tümleyiciler TümÖ’nün başı olarak gerçekleşmektedir. Tümleyicilerin işlevi, bir anlamda, bir tümceyi bir üstteki tümceye bağlamaktır. Türkçede İngilizcedeki gibi tümleyiciler bulunmasa da, Tüm ulamı evrensel bir ulamdır ve bu anlamda sesbilimsel olarak gerçekleşmese de Türkçede de Tümº bulunmaktadır.